30 Haziran 2008 Pazartesi

bu gece dokunma







bu gece dokunma bana
bırak
sensizken hangi kuyularda
boğulur düşlerim
bileyim
omuzlarımda nefesin olmadan
hangi yüksekten düşerim
çakılır mı ruhum
senin geçip gittiğin kaldırımlara
hangi şehir bana lanetler yağdırır
iz bıraktığım akşamların ardından
bu gece dokunma bana
bırak
sensiz iklimlerin
rüzgarları vursun yüzüme
tir tir titresin bedenim
sen boğazda adımı anarken
avaz avaz
dalga dalga vursun hasretin
gözlerime
bu gece dokunma bana
bırak
sensiz kaç kere ölürüm
görmeliyim...
sen!
anlatılmamış masalların kahramanı
dudağımdaki çatlakta gizliydin bunca zaman
yanağımdaki çukur senin dileğindi
ve işte kabul etti Tanrılar
tüm kehanetler çözüldü
özgür bıraktım ruhumdaki martıları
şimdi söndür ışıkları
gün kaderi döndürmeden
geleceğim







neslihan öncel/ oda


(K)ay zamanı

























29 Haziran 2008 Pazar

bahçe






toprağa sinmiş bir tanrıçayım ben
yalaz bir iklimin kucağında düşlerim
gümüş taslarda şaraplar sunan
kulağındaki sesin sahibi benim
giy tüm mevsimleri üzerine
en güzel kokuları sür saçına sakalına
dök ağır uykunu üzerime
gizli bir arka bahçe
bir gece masalı
belki de bir dua sonrası
gözlerin henüz kısılmışken
erken
gençken
istiyorken hala
özlüyorken
sızlıyorken sol ciğerin
döneceğim


neslihan öncel/ oda






28 Haziran 2008 Cumartesi

o kadın








boş caddelerin
alçak kaldırımlarında
ziyan edilmiş
bir hayat vardı
yağmur yağmadan önce...
hayalet gibi adımlar
bunca zaman
o kadında nefes aldı
gökyüzünde sönmüş yıldızlar gibi
Kristallnacht'ın kırılan camı,
kadının etrafında
siyah caddelerde
gözlerinde ki dehşet
ölümün trenine
kesilen ve ayrılan
bozulan ve bükülen
demiryolları yolları boyunca
onu neyin yuttuğunu aradı
hüznü avuçlarında
bir ezber gibi
yürüdü...
susturulan bir çığlığın
gözyaşları parladı..


sesler

izler

yazgı


birisi sadece
hayır demiş olsaydı
birisi sadece
zamanında dökebilseydi
dilinin ucundaki sözcükleri
adil olabilseydi hayat
belki de...
kadın
kurtarabilirdi yarını
değiştirebilirdi yazgıyı




neslihan öncel/ oda








17 Haziran 2008 Salı

"yarımları rüyayla eşitleyen sözlerin sahibine"




"yarımları rüyayla eşitleyen sözlerin sahibine"




muhtaç yazgısına

diz çöktüğüm
çocukluk düşlerimin duası
eski bir aynanın
ardında çocuk yüzü



gördüm
dizlerindeki çatlakları
eski bir oyundan kalma
henüz kabuk bağlamamış yaraları
öptüm



hüznü
yaşlı bir bilgeden
alınmış bir gece vakti
küçük bir kutuda
avuçlarına bırakılmış




fotograftaki babasının
yakışsın diye sırtına
çocuk
ellerini uzatmış



bilememiş
duruşundan
omuzlarının ardında
yarattığı dağları



sakin
bir düşü parlatmış
uzun gecelerin
yastık altı sırlarında




denizlerin köpüğünden
kıyılara vuran
sözcüklerin
suskun ağzı




denizi olmayan
o kentin sokaklarında
yürümek yakışsın diye yarına
gülümsemiş
kendisinden habersiz





"babalar günün kutlu olsun"







neslihan öncel/ oda











15 Haziran 2008 Pazar

zaman!!






bunca zaman ,
parmaklarımla kazıdım

her gecenin sonrasını
hünerle sevişilmiş
kadınlar ve erkekler bıraktım ardımda
kendimi kendimde sakladım
etten ve kemikten
terden ve dumandan yazıldı
tüm kelimeler damarlarıma...



geride bıraktığım tüm geceler
fesleğen kokulu adıma karıştı
karmaşıktı biraz da
adına aşk dedim!



bir başka duaya ihtiyaç duymadı
beni seven erkekler
ben bir kumdum
işlendim üç mevsim
kara bir delik üfledi dudaklarımdan



"Ol"
dedi.
"sen güneş ışığının kırıldığı bir camsım.
Tanrı senin için indirdi renkleri yer yüzüne"



kalandım ve asla yazılamayan.
bu yüzden adım hiç bir şiirde geçmedi benim
"dudaklardan dökülemeyen dua" dediler, bana.




ayaklarımla ezdiğim üzümler
ve mor dağların etekleri
biliyorum,
başka bir ülkeyi anlatıyorum
sana anlatıyorum tüm bunları...




sana cenneti vaad ediyorum
sırları avuçlarımdaki çizgilerde
sen yine de bakma
gözlerin dalar gider
o sonsuzluk ırmağında
dudaklarından düşer adım
sakın sen bakma avuçlarıma
güneş ışığını kırmalıyım önce!!!




zaman

çok zaman önce
geçtim araftan
ilk nefeste
tek hece de
gergin göğsüm de
kemiklerim...




geçmişte görülmüş bir rüya değil
gözlerimde taşıdığım gölgeler
başka bir kadının yazgısını
değiştireceğim...




gördüm, gri duvarları
en koyu harflerle
nasıl delip geçtiğini...
anlatmalıyım sana
onca zaman,
kırmızı tuğlalara bakan penceremden
güneş ışığını nasıl sızdırdığımı,
anlatmalıyım.




bir gölün sakinliğinde/ yüzünü
tanımadığım adamların
ıslıklarında/ sesini
aradım!
aradım bütün sığınaklarda
bedenimde olması gereken...
ruhum senin bileklerindeydi belki de.


sorduğum ve öğrenemediklerim,
sorduğum ve öğrendiğim
bütün sırların hatrına
renkli ve görkemli bir düğün bu
başka bir kadının
yazgısını değiştiriyorum.




ölümlü denizlere
yalan söyledim
kahanetleri ayın ışığıyla değiştirdim
seni tenimden sızan
her bir damlanın içinde yıkadım
arndırdım tüm günahlarından...




ben, sırtındaki doğum izinde
bunca zaman
sırf kaderini yazmak için bekledim.
sessiz ve derinden
yoktan okyanusların
kimsesiz sesinde...




neslihan öncel/ oda











14 Haziran 2008 Cumartesi

sana!!!











"güneş küskün bir çocuk olur geceleri"





taze çimen kokusu
sırtın dut ağacına yaslı
bahar vurur çıplak ayaklarına
herşey basit ve kolaydır aslında
görebilidiğin kadar gidersin
gizli bir dağ yolu
tahtadan bir ev
biryerlerden kulaklarına aşina bir melodi
az biraz ilkbahar





sadece senin için düşledim
kaçamak karanlıkları
ve bu yüzden belki de
güneşi küstürdüm kendime
geceyi sevdim
tenini sever gibi





geride kalan tüm zamanlardan
insan çığlığından
dünya telaşından uzak
sadece sana
sadece sana
sana!!!
eflatun bir gece yarattım...






neslihan öncel/oda










13 Haziran 2008 Cuma

yedi...








"sabrı denenmiş bir gölge gibi

başka bir atlasa yazıldı adım"







adım adım
izledim yol çizgilerini
ezberledim!
yedi ayrı iklim
yedi ayrı gece
yedi ayrı oda
yedi ayrı ten
bir yığın söz…
sustur beni yalvarırım!
sil sırtımdaki izleri...



oysa ben Meryem olmalıydım
melekleri doğurmalıydım
parmak uçlarımdan
sessiz sessiz...



hangi merdiveni çıksam
sonunda aynı kapı
kapının ardında
yüzüme esen sağuk rüzgar
bak dudaklarım titriyor!




omuzlarımdan bir dilek düşüyor
görüyor musun?
tut dileklerimi kanayan uçlarından
söz veriyorum geri almayacağım...



sabah olmadan gel!
gözkapaklarım yıldızları saklamadan
henüz bir görüş mesafesindeyken ruhum
sadece dizlerime uzan
sen uyurken
ben
nefesini öpeceğim...





iki mevsim
bir dudak payı
bırakıp ardında
bana döndüğünde
bir gece
bulacağın kadar
sert değil topraklarım
yediverenler
gelincikler
zeytin dallarının gölgesi
üzüm bağlarım
damağında kalsın tadım
sadece gel!



sabaha kadar yası tutulmuş
bir masal var yastığımın altında
baş ucumda
korkak ve kararsız
yanan mumun ışığında
duvarlara vuruyor gölgesi
umutlarımın
gel!




bahçemde ki limon ağacı
altına gömdüğüm çocukluk düşlerim
kendi oyununda körebe gözlerim
elimi uzatıyorum yoksun!
ebe hala benim





neslihan öncel/ oda










12 Haziran 2008 Perşembe

ve sonra....







ve sonra düşler koşmaya başladı...

-öyle bitiyordu bir masalın sonu!










" içimde ki Tanrılar tüm sırlarımı öğrendi.
beni duydular.
cezalandırılacağım.."








kendi soluğunu yuttu bir soru
kendisinin neden olduğunu unuturak
kıvrıldı bir nehir yatağında



ve sonra düşler koşmaya başladı...
hızla!




bir rüzgarın sesinden
güç alarak
katarak kendini önüne
iterek o boşluğa tüm renkleri
sessiz sedasız
bir gece vakti
ayın görkemli tenin den
koptu kadın
mevsimlere bölündü
parça parça

kesik kesik anlatıldı, dilden dile
kırmızı!
ve bir aşk bu yüzden masal diye yazıldı

Tanrılar lanetledi kadını



derin uykusundan uyandı
asıl nedenlerin Tanrısı

usul usul üfledi ölümü
kadının omuzlarına
kendisinin kadının içinde olduğunu
unutarak...





“ben başka bir masalın efendisiyim"
dedi, adam...
nefesini çekti kadının yüzünden
tuttu sol ciğerinde
sızladı!

yanağında bir gülücük gömüldü kadının
gözlerini yumdu
hiç kimse görmedi
sarıldı toprağa
avuçladı saçlarını
eteklerine doldurdu
bileklerindeki kokuyu
söz kırıldı
yemin bozuldu...



ılık ve sakin kozasını bağışladı
ölü kelebek
bağışladı kendi kanadındaki
renksiz tozlarını




zaman bir tuzaktı
galibi baştan belli savaşların
kim ardında korkusuz bir düş bırakmıştı ki?
güçlüler her zaman kazanırdı
düşler sahibinindi
yeminler Tanrıların
gece günahların
sabah küçük bir umudun
yüzsüz misafiriydi
tüm sözler kırık bir camdı




soğuk nefesini çekti gözlerinden
bir seferde
kendini o masaldan
savurdu
kelimeleri sırdan
boynumda izlerin
yanık tenli sahibi


aşkı acıyla doyuran...
ve gördü parlayan sesiyle
adam aydınlık bir aydı
kadın karanlık bir oda
yoktan var olanın oğlu
kadına bu yüzden inanmadı


çıplak dizlerine dokundu kadın
soğuktu!


ve sonra düşler yürümeye başladı...
başka bir mevsime
başka bir atlasa yazıldı
tüm masallar


kadın o adamı sevdi aslında
Tanrılar affetmedi!







neslihan öncel/oda






09.06.2008

yaz

























7 Haziran 2008 Cumartesi

öldüm






ve beni öldürdü.

avaz avaz bağırdı güçlü sesiyle

“Öl” dedi.

öldüm, öldüm, öldüm

küçük harflerle

önce sesim

sonra ismim silindi

sol avucundan

bu kez terli değildi elleri

ve bir parçam içinde kaldı

bu bir sır

asla bilemeyecek

yazgımın son kelimesini!

öldüm, öldüm, öldüm

bileklerim ve dizlerim

saçlarım ve gözlerim

“hoşça kal” dedi rüzgara

yosun kokusu geldi şehrime

ve martı çığlıkları



zaman…

ve zaman peltek dilinde eski bir alışkanlık gibi

karıştı erkekliğine

“söz veriyorum dirilmeyeceğim!”



yemin gözlerimdeki bir tekrardı benim

tüm seslerden arındırdığım

söz dilimin altına saklanan

yaramaz çocuktu

ezberlediğim tüm yüzler

ayrılırken omuzlarımdan

susturdum geceyi

aynı anda

hesaplı ve planlı

aynı anıya işleyerek kendisini

“ÖL” dedi

öldüm…



kendi sırtıma gömdüm cesedimi

hiç kimseye ait değil bedenim

onların teninde kalmadı kokum

temizledim kendimden her birini

hepsini bağışladım

doğacak çocuklarına…


“verilemeyecek hesabım kalmadı hiç kimseye”



kendimden af diliyorum

gözlerimden ve dudaklarımdan

yürüdüğüm yollardan

yüzüme yağan yağmurdan



ve kaleler yıkıldı

denizler çekildi sahilden

yıldızlar teker teker düştü gölün ortasına

AY KOR oldu

rüzgar daha soğuk esiyor şimdi o kente

"bir iç savaşa benziyordu yüzün.

‘iki dağın arasında’

ve yalnız."



sana mı benziyordu?

ellerimde ki çizgiler.

senden mi çalmıştım?

çocukluk düşlerimi.

sadece rüyana geldim,

birazdan giderim

merak etme…



müptedi bir yanık izi…

duruyor sol omzumda

ve bazen; kırmızıdan siyaha…

kendini omuzlamak sayılmaz mı?

kurduğun hayaller

aynadaki yüzün

avuçlarında ki ter

teninde ki o koku

dönebilmek kendine yeniden,

belki de

kim bilir

ve çok derin yanıklarla yüzleşebilmek

yüreğin varsa…



ben unutmadım topraktan olduğumu

bu yüzden belki de

bu kadar çabuk kabullendim ölümü

ve inan “GİT” dediğinde ölmüştüm aslında

uzandım toprağa

bir elim sağda

bir elim solda

seni bağışladım

doğacak çocuklarına…



tozlarım üflendi uslarına

gök yere indi

yer diz çöktü

alev aldı hayat.



ve ben ,

ince ve saf olacağım,
üflenen bir cam gibi
keskin soluğun donacak
bir sabah vakti…


sakladım ellerimi

yumdum ağzımı sımsıkı

“ÖL” dedin

öldüm…

bozdum oyunu

ve dönmedim, görmedim, duymadım

arkamdan geçip giden gölgeleri


iki ayrı düşün

iki ayrı duası

bileklerime dokundu

bir kaç söz ve zaman

sen ya da ben.

çoğalan kimdi aslında?

boğulan o koca denizde

diri diri yanan kim di?

bak etim yanık kokuyor!

sadece bilmek istedim…

hiç mi durmadı mevsim

dokunurken sana?






neslihan/ oda
















4 Haziran 2008 Çarşamba

yanık gibi…




eski bir yanık gibi…

hani içinin en kuytu yerinde, senin bile farkında olamadığın, ellerinle tutamayacağın bir yanında mesela, artık senin nefesinmiş gibi; ince bileklerin,terleyen ellerin, avuçlarındaki çizgiler gibi taşıdığın, kalbin acıdığında veya acıttığında başka birinin kalbini istemeden, bu günün yarına denk düşmediğinde mesela, kendini bilmediğin, “bu ben değilim” dediğin, mutsuz ve umarsız zamanlarında, içindeki yaralar kanamaya başladığında, şimdiye kadar kaç kişiyi kanattığını düşündüğünde, başkalarına az kendine fazla geldiğinde, ya da tam tersini hissettiğinde, tutamadığında geçip giden zamanı ve her istediğinde istediğin yerinden hayatı, kendini her defasında geç kalmış hissettiğinde, fakat yetişmek için artık uğraşmadığını fark ettiğinde, yüreğine ektiğin aşk çaresiz kaldığında ve buna rağmen sırtını dönüp gittiğinde, akşam güneşi kendini rüzgara bıraktığında, mevsimler birbirini birbirine emanet ettiğinde, sokak kedileri artık bacaklarına dolanmadığında, kalbin ağzına gelmediğinde ve içindeki kelebekler uzaklara gittiğinde, kimi zaman sebepli, kimi zamansa sebebinin ne olduğunu bile bilmeden bir aşkı bitirdiğinde, kör karanlıkta olur olmadık bir yerden bulup , bir anda güneşe bıraktığın, tatlı tatlı kaşıyarak, tırnaklayarak hatta kızartarak etini, yaramaz bir çocuğun parmakları kopartırken dizlerindeki henüz kabuk bağlamış yaralarını, kanatırken ve o kana tütün basarken (babanın dediği gibi), o yara yeniden kabuk olana kadar, sızısı kalbinden öteye geçene kadar ve sonra incelterek acını, sen gözlerini açtığında yeniden ama kapılarını kapadığında, hayatla yeni bir kavgaya hazırlandığında, hem kendine hem de başkalarına yeni küfürler biriktirdiğinde, suskun ağzının en edepli yerlerini doldurduğunda öfkeyle, yeniden yemin ettiğinde gözlerini sımsıkı yumarak, eski bir yanık gibi…


bilirsin işte…

boş verilmiş bir yalnızlıktır aslında seninkisi…

bu yüzden sen de boş ver her şeyi...





neslihan/ ankara