24 Eylül 2008 Çarşamba

geçmiş bir ...ay'a


......


K....'a




arasırada olsa geliyorum ziyaretine.... üzerine ektiğim selvileri suluyorum.. gölge.... elbet gölgesinde huzur bulacaktır ruhun... yolboyunca yürüyorum uzun uzun... düşünüyorum onca geçen zamanı... yavaş yavaş uzaklaşıyor sesim.. soluğum kesliyor... şimdi güz.... ya praklar yerde mi sanıyorsun? son rüzgarda
gittler uzak bir kente..




neslihan öncel/ geçmiş bir aya






...........

22 Eylül 2008 Pazartesi

henüz yazmadım...

..............







hangimiz daha yalnızız? uzaklara dalarken gözleri...
ve Kim daha çok özledi? beklerken elleri yüzünü avuçlamış... hangisi yalandı , Kim daha çabuk vazgeçti bu oyundan.... masalın sonu yazıldı mı sanıyorlar...!!

HAYIR..!!!

henüz yazmadım o masalın sonunu.....










neslihan öncel/ oda
















..........

19 Eylül 2008 Cuma

dedi ki;

.....








dedi ki;

"bir süre sonra yağmur yağacak... ve ben ozaman döneceğim yıldızlı tepelerin ardından. ellerime dikenler batacak, dizlerime kara sarmaşıklar dolanacak o ormandan geçerken... yağmur yağana kadar...!! ancak o kadar beklerim.."




dedim ki;

sabrım, hünerle sevişilmiş bir kadın.. hasretle öpülmüş bir bebek yanağı... yüzünü görmediğim bir adam... ADAM!!! hangi soruda takıldım saçlarının ucuna. hangi uçurum daha sert kayalarla bezenmişti. ve hangi yıldız aldatmıştı dolunayı... sana sormuyorum, cevabları yuttum son rüzgarda. SUSTUM!! vakit alacak elbette ekdiğimiz fidanların koskoca bir oraman olması... birazda kayolacaksın o toprak yollarda.. alışacaksın ellerim olmadan nefes almaya... alışacağım...
son rüzgar ne zaman eser oralara bilinmez...ne zaman savurur kokunu bu şehre ve ben kaç yağmur beklerim şehrim ıslanırken senin yokluğunda....







neslihan öncel/ oda









..........

16 Eylül 2008 Salı

...ay






.....









"her dönüşün biraz daha sancılıydı.
ve daha kırılgandı rüyalarımız..."









neslihan öncel/...ay







.....

15 Eylül 2008 Pazartesi

yoksun...

.....









"ağır geliyor gölgem bedenime......"





gittin ya ,
sustu martılar
esmiyor rüzgar
ve benzemiyor hiç bir şehir sana


yoksun...











neslihan öncel/ ...ay









.....

12 Eylül 2008 Cuma

kaç!!!


.....








"kaç hayatı soluyorum içime..
kaç ağacın dalına asıyorum ruhumu..."








kaç şimdi!!! koş!!!
kaç kenti katlediyorum içimdeki ordularla...
bilemezsin... kaç şimdi!!! koş soğuk bir atlasa. seni bekliyor yollar, azgın sular ve kar.. kaç... nefretim taşarken, akarken oluk oluk kestiğim damarlarımdan sen olduğun yere çakılacaksın... çakacaksın kendini dört ayrı mevsime.. yağmur yağacak o kente ve sen ıslanamayacaksın... sarmayacak seni sarmaşıklar, çarpmayacak sesin duvarlara.. eksik kalacak her gecen ve fazla gelecek sana her doğan yeni gün. bakamayacaksın o pencereden güneşe.... yollara atamayacaksın adımlarını. her adımın geri dönecek sana... içtiğin çay, yediğin bir dilim ekmek dünkü kadar tat vermeyecek artık... tanıyamayacaksın bir sabah aynaya bakarken kendini.. ve sen aslında hiç varolmadığını anlayacaksın...
herşey bitmiş olacak.....
















neslihan öncel/oda








........

10 Eylül 2008 Çarşamba

iz yok....

....






"herşey bittiğinde, ben son bir kez dönüp bakacağım.

bu kez dolmayacak gözlerim ve bileklerimde olmayacak kokun...."




iz yok.
suskun bir resmin ardında kaldı sözlerin...






O merdiveleri çıkan olmadı ve kapı aralanmadı bir daha. ellerini ceplerine gelişi güzel sokan/ gölgesini alıp gitti. yaptığı sihir bozulmuş bir büyücü gibi şaşkın ve korkulu bakıyordu gözlerin. bahçendeki otların üzerine sinen çiğ taneleri suyuma katıp içtim. yanağımdaki çukur, kırk yıl lanetlendi/ bıraktım bir yokuşta ruhumu ve tüm sesleri kestim. ayırdım bedenimden. seslenme duyamıyorum artık / ölemiyorum da.... bu senin masalındı, üstelik boğaza bakıyordu dudağımızda kıvrılan gülücük, sen anlatıyordun yerebatansarnıcında yaşanan büyük ölümsüz aşkı. seni duydum ve gördüm onları... "aslında" demiyorum sana ve sormuyorum hiç bir şey. bir cevap yok artık biliyorsun sende. sadece yazmam gerekenleri yazıyorum. kapat gözlerini bir boşluğa ve hisset uzakları. birazdan suya düşecek nefesin...






aç gözlerini geceye /tüm görkemiyle
ve anla! aslında ölüme ne kadar yakın olduğumu....






yarım bıraktığım intihar senaryoları var diz kapaklarımda. cearetim yok mu sanıyorsun? bu kadar budala olamazsın, hatırlayabilirsin ne kadar cesaret dolu olduğumu. ellerini tuttum ben ve yumdum gözlerimi sana gecelerce. dokundum buynundaki bene... kaç iklim geçti üzerinden söyle... şahit oldun tüm bunlara. yapabilirim. inanki başarabilirim bunu... kokum gerçek olmayabilirdi ama sırtında bıraktığım iz orada. kemiklerine işlemiştir ağrım çoktan. lanetim kendime ve sen şimdi sabırsız ırmakların içinde düşünüyorsun uzak denizlere akmayı... kolay mı sanıyorsun ellerini yıkamak o sularda ve kurtulmayı istemek bu cezadan... hayır! sana asla yalan söylemedim. doğru! bulaştım ve birazdan bulandım eskilere. düşün şimdi bir kez daha, her sabah bakarken aynaya ve kurtulmak isterken gözlerinin içindeki adamlardan, benim nerede olduğumu.... telaşlı bir ateşböceği.. kendi sonunu hazırlıyor yanıp sönerken heycanla.... artık hiçbirşey eskisi olmayacak değil mi? umrunda mı sanıyorum? hayır..... biliyorum en az senin kadar herşeyi. yastığında bıraktım kırık saçlarımı... topla tek tek, tel tel beni yatağından ve bırak usulca renksiz sabahlarına. lanet et bana. lanetler yağdır üzerime adıma küfret sonra unut dizlerimi... bunu yapabilirsin... gidebilirsinde o dağın en arkasına. uzak bir köye... hiç olmamış gibi. hiç üflememiş gibi kulağıma. git...





sayma artık resimlerdeki kırk kirpiğimi
acıdı sökerken bir bir gözkapaklarım... unut...





bunu bir daha söyleme! diye haykırdın bana... koşup gittin, indin merdivenleri, kapı vurmadı bile ardından. içime oturmadı sesi ve sen cevabımı duymadın üstelik... " sen masum bir çocuk gibi uyurken dokundum yüzüne... o sabah... ve tüm duaları sana bıraktım. şimdi neden kesik kesik öksürdüğümü düşünüyorum ve neden gözlerimin karşı duvara daldığını. hatırlıyorum. çok önce ölmüştüm ben. şimdi anlıyorum bileklerimin sende neden durduğunu. ve su içerken neden doymadığımı. dilim kuruyor biliyor musun? üstelik soğuk bir ter akıyor derin yaralarıma. kurtaramadım ve oynayamadım daha fazla o oyunu. yoruldum, anlıyor musun? bir boşluktan sarkıyor saçlarım ve rüzgarda savruluyor. sana kadar ulaşmaz. korkma... sen ve ben çok uzak iki ayrı cehennemdeyiz şimdi. orada kal... kendini zehirlediğin yerde. ben buradayım oyundan atılmış çocukların olduğu yerde...







çünkü ayaklarıma batıyor
kırdığın bardağın camları...





bana geliyor şimdi ve sesi tokatlıyor odamın duvarlarını... lanetlenmiş bir zamandan isteksiz bir iklime geçiyorum... kabullendim günümü ve yazgımı unuttum çoktan... bir şeyi anlatmak istemiyorum ve aslında anlatmak anlamaktan çok daha zor. orada yokum artık ve döküldü içimde ne varsa kurumuş topraklara.... sende ak şimdi tüm hızınla uzak denizlere. yıka ellerini ve yüzünü ve boynunu ve..... dokunduğum neyin varsa yıka ve kurtul lanetimden....






neslihan öncel/ oda








.......



7 Eylül 2008 Pazar

bazı geceler

bazı geceler
yeni demlenmiş bir çay gibi
taze oluyorum
demleniyorum ağır ağır
rengim koyu bir kırmızı
kendimi görüyorum
camın ardında
dizlerim tarçın kokuyor bazı geceler
boylu boyunca uzanıyorum toprağa
gül dikenlerini sayıyorum
seçiyorum içlerinden en sivrisini
en keskin sözler gibi
canımı yakıyorum






her anlamın içinde başka bir anlam varmıydı aslında?
yoksa güneşmi yakmıştı gerçekleri?
benim göremediğim ne vardı?
bu kadar hazırlıksız mıydım herşeye?






herşey olması gerekitiği zamanda
olması gerekteği gibi
rutin ve bilindikti tüm acılar
doğaçlama yaşanıyordu hayat
ve birazda nefes alışımız...
şafak sökerken
ben o vakitler
hep son anımmış gibi
ellerini düşünürdüm
gün doğarken.






hayat her sabah yeniden başlıyordu
dizlerinde...
derman oluyordu geceden kalan rüyalar
ve gün dönerken tüm martılar
seni selamlıyordu
deniz yosun kokusunu gönderiyordu sana
sabah rüzgarıyla




sen,
o şehrin bu kıyısını severdin
karşı tarafa küfrederken gülümseyerek
yüzüme bakardın
gülümserdim....
deniz aynı denizdi oysa
sessiz ve sakin...
senden öğrendim
o yolları adımlarken, parmak uçlarımda yürümeği
kalabalıklar içinde gizlenmeği
kaçıp gitmeği hayal ederdin
uzaklara...
oysa ben avaz avaz bağırırdım içimden
"korkuyorum bu sessizlikten!!!"
duymazdın, bilmezdin, anlamazdın
çünkü sessizdim
öğrenmiştim....





büyük laflar ediyoruz küçük insanlığımızla!
bu yüzden cürret ediyoruz hayaller kurmaya,
bu yüzden aşık oluyoruz korkmadan,
halimize bakmadan,
geçmişi gömmeden karanlık kuyulara,
kapı arkasına gizliyoruz herşeyi ,
üç derin nefeste tek seferde veriyoruz tüm sözleri!!!
pişmanmıyız?
belkide.....





ıssız sokaklardan akıp gitmiyordu zaman
kalbim daraldıkça daralıyordu
küçüldükçe küçülüyordu gölgem
omuzlarımdan dizlerime iniyordu bu anlamsız sızı
sen öylece gidiyordun.
ve ben....
sessiz kalıyordum ellerim arkamda
suçlu bir çocuk gibi...





kokusuna alışmak bir tenin
ve kaybolmak içindeki caddelerde...
kimde kaldığımı bilmiyorum şimdi
nerede kaybolduğumu
hangi kaldırımda çöktüm dizlerimi
kim tuttu elimden
nerem kimde kaldı
son sözüm neydi sana
nasıl içime yerleştiğini
ve neden gittiğini....






susmalıyım artık!
eski de kalmış ne varsa yakmalayım.
yıkmalıyım bu kenti.
belki sessiz bir törenle..
sonrasını bilmiyorum.
bana ne kadar kolay olacağını anlatma artık!
çünkü seni duymuyorum!!!
sesler tükendi..
görmüyor musun?
son gemiye el salladı martılar,
çoktan sustu o şarkıyı söyleyen adam.






bana yılların nasıl gelip geçtiğini anlatma artık!
çünkü seni duymuyorum!!!
oysa ben yemin edebilirdim
senin yanı başımda durduğuna.
anlatabilirdim oysa
yanımdan geçip giden herkese
söyleyebilirdim
bir ucu çoktan yanmıştı düşlerimin
bu sırrı verebilirdim sana
renksiz bir İstanbul sabahına nasıl uyanılır?


bazı geceler
yeni demlenmiş bir çay gibi
taze oluyorum
demleniyorum ağır ağır
rengim koyu bir kırmızı
kendimi görüyorum camın ardında
dizlerim tarçın kokuyor bazı geceler
boylu boyunca uzanıyorum toprağa
gül dikenlerini sayıyorum
seçiyorum içlerinden en sivrisini
en keskin sözler gibi
canımı yakıyorum
bazı geceler...








neslihan öncel/ ay zamanı