31 Aralık 2007 Pazartesi

odamdayım...

Şarkıdan hemen sonra…

Odamdayım..

Kapımın eşiğinden soğuk hava üflüyor küçücük ayaklarıma, ölüm gibi.. Sokak lambası kararsız yine, yanmakla yanmamak arasında kıvranıyor.. Perdelerim aralığın otuzu.. Ellerim hala soğuk.. Dizlerimi çektim kendime.. Kendim gibi, benim gibi, birazda seni çeker gibi, o şarkıdan hemen önce..
Kavgalıyım kendimle günlerdir, küsüm.. Küstük sağımdaki kadınla.. Alttan vurdum, hile yaptım, kandırdım, oyuna getirdim onu, dün gece gibi..
Yine böyle bir akşamdı, o yolun tam ortasında, yüzüstü düşmüştüm.. Ellerim kanıyor yine.. Yine sızlıyor sıyrılan yerlerim.. Derin bir boşluk az önce astı kendini, boynuna geçirdiği iple.. Saçlarımdan sallandırdı kendini.. Az önce, şarkıdan hemen önce yani.. Derin bir boşluk intihar etti içimde..
Geceler zannettiğim kadar değilmiş, geceler o kadarda dar değilmiş kendime, o kadar değilmiş.. Gece içimin orta yerindeki kadın kadar cesur değilmiş.. Gece kadın değilmiş aslında.. Oysa gecelerin cesur bir fahişe olduğunu sanırdım hep..
Aradaydık..
Arasındaydık bazı şeylerin..
Odaların arasında..
Kapıların arasında..
Camların arasında..
İki nefes arasında..
Bacak arasında..
Aradaydık..


Dönemiyorum…

Babamın belime kırmızı kurdele bağladığı yerdeyim…

Annem mutfakta ağlıyordu.. Ben beyazdım o gün.. Saçlarım siyahtı, inciler süslemişti uçlarını.. Babam girdi odaya, şimdi hayatımın geçtiği odaya yani ve bir daha asla dönemeyeceğimi sandığım odaya yani.. Tam buradaydım o gün.. Babam girdi odaya elinde kalın bir kırmızı kurdeleyle.. Hayatıma lanetler yağdırdığım, dümdüz küfür ettiğim bekaret kırmızısını doladı ince belime.. Kına yaktım ellerime bir gece önce, şimdi kusuyorum annemin beyaz düşleriyle doldurduğu çeyiz sandığına.. Oluk oluk kusuyorum.. İçim dışıma çıkar gibi kusuyorum.. Kadınım şimdi.. Belimdeki kurdele SİYAH…
Babamın belime kırmızı kurdele bağladığı yerdeyim..
Bu sandık boş; ve babama söyle anne, ben artık kadınım!!!
Bu saati geriye çevirsem, akreple yelkovanı söküp içinden, yerlerini değiştirsem, zaman geriye döner mi? İçine parça parça edilmiş hayatıma yeniden nefes verir mi zaman?
Babam belime bağlarken bekaretimi, annemin ağladığı yerdeyim.. Bu yollardan hangisinde dönüş var?
Hangi ev benim evim?
Okul çantamı bulamıyorum.. Arkadaşlarıma “kalbim kadar temiz bir sayfa” ayırdığım hatıra defterimin kilidini bulamıyorum.. Tüm bu saçma zaman içinde en çok buna acıyor içim.. Temiz değilim artık..
Anne o sandığa kusuyorum her gece, babama söyle kadınım artık!!!


Sen ismi söyle, ben ne renk baktığını söylerim nasıl olsa…

Bu gece benimle uyu..

Beni hangi kitapta bıraktın? Kaç satır yazdın bana siyah kaleminle? Ya da ellerinle kaç şeker attın çayıma? Dün gece kimin boynundaydı dişlerin? Kaç defa git dedin bana?
Hadi gel resim yapalım bu gece halının uçlarına ya da yerlerdeki kitapların sonlarına.. Sen rengini söyle ben boyarım parmak uçlarımla yine.. Sadece boyanın rengini söyle.. Ben biliyorum zaten senin her şeyi beyazdan çalıp siyaha boyadığını.. Şimdi içinden bir sayı tut.. Ama sakın söyleme bana.. Sonra unut tuttuğun ne varsa içinde ve hatırlayana kadar sen, biz sevişelim yine aralığın sonunda.. Sonra kapı çalsın, gülelim biz, gelenler gelsin otursunlar bir yerlere biz kahve yapalım bu sefer onlara.. Ama sen sakın beni nasıl öptüğünü anlatma.. Tutuğun sayıyı hatırla şimdi ve ismini söyle bana..
Senin adın onüç harf.. Ve rengin yok senin…



İçime kustum sonra...

Bu gece yine çok güzelim.. Tıpkı dün gece ki gibi..

Elimin tersiyle itiyim hiç bir şey oradan aşağıya düşüp kırılmadı aslında.. Ve ben kimseye bir şey demedim, geçen zamana ettiğim küfürler dışında.. Dün gecede dediğim gibi sana annemin genleri beni buraya kadar taşıdı.. Şimdi babamınkilerle idare ediyorum.. Odamdayım.. Hava soğuk, o şarkı çalıyor yine.. Geceyi jiletliyor tünelin sonunda.. Hayatımı dikizliyorum kapının deliğinden.. İçimi sağa çekiyorum ve gözlerim kuru artık.. Sanırım dün gece yeterince ağlamıştım.. Duş aldım, saçlarımı taradım, temiz çamaşırlar giydim ve siyah bir kazak sonra.. Dışarı çıktım, dolaştım biraz.. Sokağından geçtim.. Soban tütüyordu yine.. Hava kirliliği bu olsa gerek.. Hepsi senin suçun.. Bazen camdan bakmalısın ve ayak sesimi tanımalısın artık..

Kaç kadın nefes alıyor içimde bir bilsen.. Kaç kadın seviyor seni içimde..
Midem bulanıyor düşündükçe.. İçime kusuyorum yine..
Nasıl olsa bir zaman sonra bende inkar edeceğim seninle uyuduğum o geceyi.. Ama şimdi bu geceyi anlamlandırmalıyım.. Çünkü, sağımdaki kadınla son gecem..

Odamdayım...

Şarkıdan hemen sonra…

Saat: 00.01

işte oradasın.. sıcakta..

Yağlanmamış bir kapının gıcırtı sesini renksiz duvarlara bırakması gibiyim bu günlerde.. Yorgunum, halim yok, paslanmış çizgilerim,gözlerim kırmızı.. Ne zamandır esmiyorsun bahçeme, kaç zamandır girmiyorsun o camdan içeriye.. Ben özlüyorum yüzüme bakmadan konuşmalarını, sesinin kulağımı sevişini, kitaplarını yerlere serişini, fincanındaki soğuk çayı yudumlamanı.. Özlüyorum..
Biliyorsun değil mi? Biliyorsun aslında, ruhumun köşelerinin nasıl titrediğini / yanıma oturunca, elimi tutunca sen.. Arsızdım, yağmurdum, dumandım ciğerindeki.. Eksiktim, erkendim belki de o masala.. Belkilerim hep Evetti sana o camın kenarında..

İşte oradasın.. Sıcakta..


Gidenlerinden yorulan bir adam, gelenlerini hep böyle gülerek mi karşılar? Yorulmuyor musun inatla kendi damarlarını düğümlerken? Şimdi bana geçen gün için “üzgünüm” deme sakın.. Baskın olduğun tüm yalandan varsayımlara inandım ben.. Şimdi tüm gölgelerin bu kenti terk ettiklerini söylüyorsun.. Kendine sakladıkların dışında.. Buna inanmamı bekleme artık.. İnanmamı bekleme sakın.. Sonbahardı sen o sokağın başında beni beklerken ve ben yine mordum sana.. Aşk o kapıdan girip çıkışımla zamanlı, kısa bir andı biliyorum.. Ve ben, hala o şarkıyı dinliyorum her sabah.. Ağladım, Ekim başıydı.. Sustum, şimdi kış..

Sözlerim anlamsızlaşıyor dilimin ucundan düşerken, tutarsız cümleler kuruyorum baştan yeni baştan.. Ve biliyorum ki hiç birini sahiplenmeyeceğim günü geldiğinde.. Annemin genleri beni buraya kadar taşıdı.. Bunun için üzgünüm. Geçmişimde yudumladığım her su damlasından, önüme düşen gölgemden, küfrettiğim gecelerin sabahlarından, içtiğim ve nefretle çay tabaklarına bastığım izmaritlerden, sırf rengi bordo diye giymediğim deri montumdan, cebimde sakladığım susamlardan, Baktığım ve karşısında saçlarımı taradığım aynalardan, elini sıktığım ve yüzlerine yalandan gülümsediğim tüm insanlardan, akvaryumdaki Japon balığımdan, değdiğim tüm tenlerden, geçtiğim sokaklardan, oturduğum kaldırımdan, çıktığım merdivenden, küçükken etrafında oynadığım ceviz ağacından, bayramlık siyah rugan ayakkabılarımdan, gözümden, dilimden, ellerimden, kokumdan, kanımdan ve soyumdan, annemden, babamdan, Nilgün’den, Elif’den, kızım dan ve sevdiğim son adamın saçlarından özür dilerim…


Şimdi sen o yatakta arkanı dön duvara ve uyu.. Yarın yeni bir gün, birkaç gün sonra yeni bir yıl başlayacak..



İşte oradasın.. Sıcakta..

28 Aralık 2007 Cuma

Nesin sen?

Oyunun yeni kurallarla baştan yazılma zamanının geldiğini söyledi, o akşam üstü.. Arkamı döndüm ve sustum.. Zaten her şey bir kurgudan ibaret değil miydi? Yeni oyunlara yeni kurallar.. Aslına bakarsan yeni rollerde vermeliydi bana hayat.. Bir çocuk, bir kadın, bir anne, iyi bir aşık, aptal bir sevgili dışında herhangi bir şey.. Gereksiz tekrarlar yazıyorum sayfalara, gereksiz insanlara gülümsüyorum.. Ne zoruma? Sırf yanağımda bir çukur var diye, “gülmelisin” dedi bana hayat, “gülümsemelisin ” .. Yüzüme atılan bir damgadan daha farklı değildi yanağımdaki çukurun gölgesi..

Düşününce sondan geriye her şeyi, anlayabiliyorum bazı şeyleri.. Sanırım büyüyorum.. Küçük bir çocukken aynalara bakıp saatlerce ağladığımı, yanağımı kendi ellerimle tokatladığımı, çukurların kapanması için Tanrı ya her gece nasıl dua ettiğimi düşünüyorum.. Zorum kendimle benim.. En başından beri, kanımla, nefesimle, dudağımla, yanağımla, yüzümle, ellerimle, gözümle, en kuytu yerimle zorum var benim..

Yapabilirdim.. Bu oyuna bir son verebilirdim aslında.. Karşıma geçip kendimin, anlatabilirdim kendimi kendime..

?
Nesin sen? Söylesene nesin? Kimsin? Kaç kadın var içinde? Kime benziyorsun, kim gibi kokuyor ellerin, gözlerin terler mi seninde? Kimsin sen? Kimde kaldın, nerde kaldın en fazla? İşin bittikten sonra sen de arkanı dönüp uyur musun onlar gibi? Ya da kusar mısın içini yatağa, susar mısın birazda?

?
Sorguya çekip kendimi, insanlıktan çıkartabilirim.. Saldırıp kopartabilirim kendimi o düzlükten.. Aslında yanağımda ki çukurdan bir seferde intikamımı alabilirim..

?
Neyim ben? Kimim? Kim deyim bu akşam? Ne renk benim saçlarım? Nasılım? Neden tırnaklarımı kemiriyorum hala? Kimi öptüm ben, hangisini daha çok sevdim o dudakların? Sırtımdaki yanık izi hangi geceden kalma? Yarına biri var mı içimde? Hangisi beynimi avuçlar, yüreğimden önce? Sustur beni artık! Sustur!!!


Bak içimdeki güzel kadın/ sana diyorum ki; gel git buralardan.. Dinle beni ve git.. Sus ve git.. Eteklerini topla ve doldur içine gözlerini, terinin kokusunu, son sigaranı, parmaklarını tek tek topla masalardan.. Git.. Ceplerine sokuştur yalandan sevişmelerini, en dibe en derine.. Yalanlarının üstüne koy.. Ve git.. Bardağını al, yattığın yatağı, oturduğun koltuğu, camın önündeki menekşeleri alda git.. Baktığın aynayı kırda git bendeki odalardan.. Bak içimdeki güzel kadın/ sana diyorum ki; gel git buralardan..

Nesin sen?

nslh@n


26 Aralık 2007 Çarşamba

yarın gelirim..

Şimdi sadece gözlerinin gerilerinde siyah bir görüntüden ibaret anlar var.. Aklını karıştıran saçlarımın kokusuydu.. Ellerim battı bir yerlerine.. Saklamadım, saklanmadım o tepenin arkasına ya da susmadı parmaklarım.. Aklının alabileceği, içinin kaldırabileceği kadar yakındım sana.. Beynimin en ince ve en koyu kıvrımlarında bir düşten aktın içime, düştüm.. Düştüm, masaldım, hikayenin sonuydum beklide.. Yazdın okudum, şimdi kış..
Varlığının ağırlığını hiçbir ruhun tartamayacağını biliyorum artık.. Bir boşluktan bakıyorum duvarına çarpan seslere.. Sayıyorum, daha kaç defa düşer, kaç defa kayıp gider ellerimden cümlenin sonundaki şuursuz yüreğim..

Daha öncede bozdum ettiğim yeminleri, döndüğüm yollar, indiğim gökler oldu başka yüzlere.. Nihayetlenmeyen gecelerin sabahı, titreyen dizlerimin yanına koydum terleyen ellerimi.. Günaha uzandım boylu boyunca, boyum kadar, senin kadar sevdim hepsini..
Kaç defa ölmeliyim? Kaç defa ölürsem vurursun o kıyıya? İçimin derinliği titriyor, rengi değişiyor zamanın.. Duymuyor musun? Görmüyor musun, son martıda gitti bu şehirden..
Pusulasız ve kimliksiz yazıyorum her şeyi geceye.. İçime düşmüş gölgem, bir yerlerde fısıldıyor dudaklarıma.. “Kalk” diyor, “git oraya”.. O şehrin denizinde boğul, nefessiz git, yarına anlatma, anlatama zihninin ölü sevişmelerini..

Bir melekten çaldım yüzümü ve kanatlarımı.. Yalan söyledim ona.. “yarın gelirim” dedim.. Yarın gelirim yanına..

Hangi anahtar kilitlerini açar ruhumun, hangi dil azat eder bedenimi kadınlığımdan bilmem.. Sol kaburganın altında bir yerlerdeyim biliyorum.. Zorluyorum her nefes alışında hayatı.. Kastım var beklide sana benzeyen her şeye.. Girip çıkıyorum o kapılardan, dalıyorum, atlıyorum en ıslak yerlerine, esip gürlüyorum saçlarına, çiziyorum damarlarını ve siliyorum tenime yazdıklarını.. Ezberledim.. O kuyuya attım taşları.. Kimse çıkaramadı, toplayamadı dağılan saçlarımı.. Aklım ermedi avuçlarında gizlediğin kokuya, teninde sıralanmış tuzu yutamadım.. Gördüm.. İçinde uçan kelebeklerin nasıl kanat çırptıklarını gördüm..

Bir öpücükle bir ısırığın arasındaki farkı biliyorum ben.. İnan ki biliyorum.. İz ve leke arasında gidip geliyorum sana uyandığımdan beri.. Sen, o şehirden daha güzeldin ve ben saçlarını sevdim, bir şehrin sokaklarını sever gibi sevdim seni.. İçimde büyüttüm rengini, çoğalttım, gölgeleri değdirmedim adının geçtiği hiçbir yere.. Suya anlattım o masalı, her gece okudum gözkapaklarına sen o yastığa saçlarını sererken.. Düşlerin kollarından tuttum, bıraktım camının hemen kenarına.. Unutma.. Dışarısı soğuk.. Düşlerde üşür bazen..

Hayatı kırabilirim, dirilirim beklide başka bir toprakta.. Açarım, tarçın kokarım yeniden.. Severim beklide güneşi, sererim yeşil tepelere yüzümü.. Devirebilirim boyumu yanına.. Soluna ya da sağına.. Önüne ya da arkana değil ama.. Yanına.. Ben yanarken ateşlerde, avuç avuç tutarken korları ellerimde, sağ omuz başını öpebilirim, yakabilirim senide.. Bir öpücükle bir ısırığın arasındaki farkı biliyorum ben.. İnan ki biliyorum..

Bir melekten çaldım yüzümü ve kanatlarımı.. Yalan söyledim ona.. “yarın gelirim” dedim.. Yarın gelirim yanına..

25 Aralık 2007 Salı

soğuk...

Sadece gözümden akıp giden bir zaman vardı dün.. Arkama sakladığım ellerim ve işaret parmağıma kazıdığım bir harf.. Hayat basitti aslında zor olanı kendime sakladım.. Acı duymadım, sızlamadım.. Bakmadım arka odalarıma..
İnsan olduğunu hissettiğim ve ellerini parçalayan bir adam vardı o duvarın arkasında.. Sadece sesini duyduğum ve içimden söylediğim her şeyi.. Bazen görmek gerekmiyor ya da yetmiyor bazen anlamak için o yastığa baş koymaya.. Kabul etmeliyim ki, yastık yumuşak değildi tenin kadar ve ısıtmadı hiçbir koku, içimde demlediğin çay gibi.. Bende anlamış değilim aslında, sırtımda yürüyen orduların, nereye doğru ilerlediklerinin, neremi işgal etmek istediklerinin.. Bilmiyorum. Bilmiyorum.. Bilmiyorum, sadece farkındayım birazdan yağmur yağacak buraya..

Üşüdüğüm ve ısınmak istediğim doğruydu.. Beklide tek doğru buydu hayatım dediğim bu arka sayfada.. Üşümüştüm, çünkü bütün bir akşam sana hediye almak için dolaştım durdum şehrin ışıklı caddelerinde, sokak aralarında.. Üşüdüm.. Ve ısınmak için sana ihtiyacım vardı.. Belki birkaç kelime atardın içimdeki sobaya.. Yanardı, tutuşurdu belki ısınırdı odam.. Üşümüştüm sadece.. Isınmak için fazla bir nedene ihtiyacım yoktu aslında.. Yüzsüz bir kedinin bacaklarına sürtünmesi gibiydi sadece her şey..

Etime doldurulmuş kemik yığınlarını taşıyorum ve içime bastırılmış bir ruh.. Aslımı arıyorum, o odadan diğerine basıyorum, parmak uçlarımda sessiz..

Onların gelişi böyle sesli ve bir o kadar ürkütücü olurdu. Onlara inanmaları biraz sürecek olsa da bazı gözler gördü ve onların “KİM” olduğunu daha ilk kelimelerinden anladı.. Basit ve adil bir hayata hediye bırakmak istediler.. Kaçanlar daha ilk suda boğuldu, kalanlar mühürlendi sözleriyle.. Kaç adamın sözü var ruhumda asılı kalan, kaçan kaçana önlü arkalı, elimin sıyrıklarında gizlediğim bir o kadar çalınmış zaman..

Sadece üşüdüm ve ısınmak istediğim doğruydu.. Üşümüştüm, çünkü bütün bir akşam sana hediye almak için dolaştım durdum şehrin ışıklı caddelerinde ve sokak aralarında.. Ve ısınmak için sana ihtiyacım vardı.. Belki birkaç kelime atardın içimdeki sobaya.. Yanardı, tutuşurdu belki ısınırdı odam.. Üşümüştüm sadece.. Isınmak için fazla bir nedene ihtiyacım yoktu aslında.. Yüzsüz bir kedinin bacaklarına sürtünmesi gibiydi sadece her şey..

Doğum günün kadar mutlu olsun, sana kalan ne varsa

21 Aralık 2007 Cuma

bekleyebilirim..

Olmakta olan her neyse; onu olduğu gibi kabul edebilirim.. Karanlık bir mağaranın içinde, dik bir yamaçta ve kör kuyularda yaşananları sindirebilirim aslında mideme.. Mideme saplanan bıçakları sökebilirim.. Söküp atabilirim tuzumu bedenimden.. Hiç değilse bir sefer, hiç değilse kendime, hiç değilse son defa dürüst olabilirim aslında.. Dirensem de dişine tırnağına, kaçsam da soluğundan, bıraksam da ellerimde tuttuğum yüzünü, kabul edebilirim gerçeği..
Bir cinnetin eğişinde, hemen dibinde bir adım kaldı o kadın.. Kabuk tutan yaralarımı yoluyorum, kanayan yerlere tuz falan basıyorum.. Bir elimde hayat, bir elimde ince bileklerim.. İçimde demlenmeyi bekleyen bir an var.. Bekliyorum..

Olmakta olan her neyse; onu olduğu gibi kabul edebilirim..

Bekleyebilirim…

Yönümü kesin ve sabit bir kararla belirleyebilir, ona arkamı dönebilirim.. Yapabilirim.. Bir avuç su birikintisinde çırpınabilirim, boğabilirim gözlerimi, boğulabilirim.. Henüz vakit geç olmadan, arkamı dönebilirim ve o tünele sızabilirim gözlerinden.. Acı bir çığlık atabilir, ciğerimi sökebilirim yerinden..
Beklide pembeyi sevebilirim yeniden ve inanabilirim tüm suların yolunu bulacağına.. Dikenleri çıkartabilirim ellerimden ve beklide süslü cümleler fısıldarım kulağına.. O şarkıda dans edebilirim sana camın önünde, ay henüz dolunayken gökyüzünde, yüzünü okşayabilirim ve sevebilirim dudaklarını..
Olmakta olan her neyse; onu olduğu gibi kabul edebilirim..
Bekleyebilirim
Henüz o masal yazılmadı...
nslh@n

19 Aralık 2007 Çarşamba

suç...

Kabul ediyorum mükemmel deyilim, güzel de sayılmam aslında.. Kısa bacaklarım ve sönmüş bir ruha öylesine iliştirilmiş bir bedenim var.. Tamam kabul, ayaklarımda çirkin ve tırnaklarımı kemiriyorum hala.. İstediğin kadın olabilirdim aslında.. Saçlarımı sarı falan yapabilirdim, tırnaklarımı uzatıp, kırmızıya da boyayabilirdim.. Çok süt içip boyumu uzatabilir ve rejime girebilirdim.. Bunu senin için yapabilirdim.. Azat ettiğin kölelerden biri olabilirdim, oradan oraya savurduğun hani, duman bastığın üzerlerine, kırmızı ojeli parmaklarını kemirdiğin yani..
Çok fazlasın çok.. Çok fazla oluyorsun tenimde.. Taşımak zor gelirdi bazen seni.. Üzerime abanman, acıtırdı kemiklerimi de söylemezdim sana.. Ses çıkarmazdım.. İçimden sayardım zamandan geriye.. Sonra sen o odaya girerdin ve ağlardın derinden, derinden derine akardı da ben bilirdim sen yastığı basardın yüzüne.. Duydum ve gördüm.. Ağladığını ve yastığı bastırdığını yüzüne.. Boğul şimdi o yastıkta.. Ağla, kahrol, geber aslında.. Kendi etini ye sıyır, oradan kemiklerine.. Çok fazlasın çok.. Anlatma bana artık ve aslına bakarsan anlatmaya da çalışma.. Tamam kabul, anlamıyorum seni ve anlamak istemiyorum işte.. Anlatma ve kır şu çeneni artık, o duvara vur parçala, dağıt ve savur tozlarını kendi bahçene..
...
Aynı kişiden mi bahsediyoruz biz? Sen ve ben yani.. Biz diyorum sana, aynı kişiden mi bahsediyoruz seninle.. Zaman ne zaman, hangi olay önce, kim kimi becermiş o kapının arkasında, hangisi önce vurmuş kapıyı gitmiş, ne nereye savrulmuş o fırtınada, hangisi daha çok acıtmış canını ve en çok yalanı kim bırakmış erkekliğine.. Bir erkek var mıymış o kadının arkasında, ya da önünde, belki de sağında ve solunda.. Aslında boş-ver “kim, kime, nerede”, bende boş-verdim “hangisi, hangisini, nasıl”.. Bir kaç soru kalmakla birlikte kafamda, söktüm attım o işareti cümlelerin sonundan.. Sevdim bu zavallı belirsizlikleri ve sıkılmadım, yorulmadım aslında taşmadım ve kusmadım bir yerlere.. Bu karmaşayı ortadan kaldırabilir miydin merak ediyorum sadece..
...
Bir süre bekleyeceğim, emin olana kadar yani.. Kimsenin arkamdan gelmeyeceğine emin olana kadar bekleyeceğim o köşe başında beklide arka sokakta.. Bir yerlerde orada burada ne fark eder ki?


Suç..
Suçlu..
Suçluyum..
Suçlu muyum?
Suçlu muydum?


Bir suç işledim.. Ben işledim tenime, bir ileri bir geri.. İşledim nakış gibi.. Göz göz oldu tenim ve kabardı bir yerlerim.. O suçu işledim, gözüne baka baka yaptım, ağzımdan, burnumdan,saç diplerimden, parmaklarımın ucundan ve elmacık kemiğimden.. O suçu işledim.. Defalarca bastım üzerine, parmak izlerimi bıraktım onlara.. Ve bir kaç saç teli, beklide kırık bir gülüş yanağımda..
Tamam kabul o suçu işledim..
Küçüktüm, elma çaldım yan bahçeden, gençtim ve erkendim aynı zamanda değdim tenine, ve büyüdüm kadındım şimdi, kocaman bir kadın.. Çaldım her şeyi ve yuttum.. Kabul suçluyum.. Ben yaptım ve suç işledim.. Pişman mıyım? Değilim.. Değilim.. Değilim..

Geceyi gizem, gizemi şehvet beslemiş karanlık sokaklarda..
Karanlığı sevmem ve inadına kadın olmam bundandır aslında..

Boğul şimdi o yastıkta.. Ağla, kahrol, geber .. Kendi etini ye sıyır, oradan kemiklerine.. Çok fazlasın çok.. Anlatma bana artık ve aslına bakarsan anlatmaya da çalışma.. Tamam kabul, anlamıyorum seni ve anlamak istemiyorum işte.. Anlatma ve kır şu çeneni artık, o duvara vur parçala, dağıt ve savur tozlarını kendi bahçene..

Tamam kabul o suçu işledim.

Karanlığı sevdim ve kadın oldum inadına..

18 Aralık 2007 Salı

Şimdi Ölmeliyim!!

Şimdi Ölmeliyim!!
Kalbimin ışığına hizmet eden ruhumun, ateşi tarafından terk edildiğimin farkındayım.. Sakinim de aynı zamanda.. Tıpkı saçlarımı yuttuğunda, midenin bulandığını gördüğüm o gece gibi.. Farkındayım ve ölmeliyim.. Gücü ve biçimi belli olmayan yıldızlar yok gökyüzünde.. Dün de yoktu, bir önceki günde.. Tek şey karanlık ve sessizlik, diğer sessizlikse sessiz olmayan bir karanlık.. Ellerimde tuttuğum sessiz bir karanlık var şimdi..
Zaman içinde tuzağa düşürdüm inandığım her şeyi.. Tuzak!! Tuzaklar kurdum bedenime ve yanağımın çukuruna .. Geçtiğim şehirlerde kokular ve her bir sokağa bir ceset bıraktım..
Umudun ve değişimin mucizesi gibi, girdap içinde dönen bir küme bedenim, şimdi merhamet yok kendime.. Ölmeliyim.. Geçtiğim her şehrin her sokağına bir ceset bırakmalıyım şimdi..
Eğer gerçekler acıtıyorsa canımı ki ben buna hazırım, o halde başlamalı ve ruhumu asmalıyım o ormandaki ağaçlara…
Görülmeyen, anlayışın sonsuz nehri, azimle devam ediyor yola, öldüren kaçışlarım adımlıyor yolları.. Baştan çıkaran kader götürecektir beni rengi belli olmayan odaya ve çarpacaktır elbet sonunda yüzümü duvara.. Bir gözyaşı seli aklımı ruhumla birleştirecek ve susacağım konuşmayacağım bir daha.. Bir aşk rüyası, gerçek arkada son bulacak ve nefesimi tutacağım.. Gözlerimi kapattığım an, görüntü ölecek.. İnsanlığa son veda mı ettiğim an. Görünmeyen, sonsuz bir yolculuk başlayacak.. Nefret değil içimdeki sadece inancım kalmadı hiçbir şeye hepsi bu.. Ölmeliyim!!
Kendimi kan ve çamurun içinden sürükledim ve yanan gözlerimle aşkı iteledim her defasında.. Daha ileri, daha ileri.. Sorunum kendimle, kendi kanımla.. Sorunum yüzümle, yanağımdaki çukurun kokusunda..
Hayır, ben bekletmek için oynayan türden değilim bunu anlatamadım aydınlığa gülümseyene.. Asıl büyü güle güle deme zamanlarında yatıyordu her defasında..
Sonsuzluk için güneşinden vazgeçen bir kadını besliyorum kanımla.. Kaçmayı ve o kadını öylece bırakıp gitmeği istiyorum, içimdeki siyah kanamanın acısını çekerken.. Bu kez ölmeliyim aslında...
Ölmeliyim!!
Hayatım boyunca kaçtığım her gün için pişman olacağımı biliyorum.. Fakat yapmak zorundayım.. Köklerimi söküp atmalıyım kara topraktan bu kez..
Sahip olduğum her şeyi verdim, yani güle güle deme zamanı .. Bedenime vurdukça o denizin dalgaları, ruhuma yeni bir duvar ördü rüzgar.. Sonra dedim ki içimdeki kadına; Ya sen git ya da ben öleyim.. Ölmeliyim, yağmalıyım tekrar o buluttan belki şimşek olup çakmalıyım kulaklarına ve vurmalıyım kendimi yeni iklimlere.. Hadi şimdi bırak köklerimi, tutunma ve yalvarma bana..

Gördüklerin gerçek, gerçekler görünenlerin çatlaklarına gizlenmişti.. Gerçeğe fısıldadım o aralıktan.. On sekizinci aralığa dayadım dudaklarımı ve anlattım sessizce..

Ona dedim ki;
*Doğmak için ölümlü olmak gerek ve gerektiğinde defalarca ölmek.. Her geçtiğin şehre bir ceset bırakmak gerek ve sokaklarına teninden süzülen ter kokusu.. Tohumun dışına ve hiçliğin içine doğru bir yerdeyim.. Ve kapının eşiğinde çürüyorum.. Kaderin kuklalarına emrettiği yerde.. Çürüyorum görmüyor musun, bitiyorum ve aslında ölüyorum.. Şimdi al saçlarımı eline ve son kez okşa..

Bana dedi ki;
*Peki.. Biraz zaman.. Bardakları doldurmam gerekli ve arınmam zaman alacak..

Anlatsam dinler miydin gerçekten, yazsam okur muydun? Soldan üflerken ruhumu ölüm, benim için yapar mıydın bir şeyler.. Alır mıydın eline ucu sivri bir bıçak, benim için yapar mıydın, söküp atar mıydın o kadını içimden.. Taşlar mıydın, orasını burası parçalayıp dağıtır mıydın aslımın?
Yatır beni geceye ve sev saçlarımı, sonra uyut beni.. Dert etme sen, derin bir nefes alacağım ve bekleyeceğim, otuzluk bedenimi, otuz parçaya bölmeni.. Dert etme, gözlerini kapa ve suretimi unut bir sefer de olsa..

Kendimi kan ve çamurun içinden sürükledim ve yanan gözlerimle aşkı iteledim her defasında.. Daha ileri, daha ileri.. Sorunum kendimle, kendi kanımla.. Sorunum yüzümle, yanağımdaki çukurun kokusunda..
Kalbimin ışığına hizmet eden ruhumun, ateşi tarafından terk edildim..
Şimdi Ölmeliyim!!
nslh@n

15 Aralık 2007 Cumartesi

mavi..

Küçücük bir delikten görebildiğim iki mavi yol vardı.. Birine daldım, diğerinde aktım.. Islak bir geceye şarkılar söyledim ben ve onlar duymadı.. Küçüktü sesim tıpkı ellerim gibi.. Büyük lafları eden onlardı ve onlar tıpkı diğerleri gibi orada kaldılar ve karanlığa söylediler dillerinde ne varsa.. Ben arkamı döndüm onlara ve görmedim o kuyuya atıklarını.. İki mavi yol.. Birine daldım, diğerine aktım.. Kendine bile söylemediği şeyi, kemiklerinin arasına sakladı ve üzerini örttü teniyle.. Ben gördüm ve ben biliyorum orada sakladığı şeyi.. Parmak uçlarıma işledim adını.. Her bir parmağıma, adının bir harfini.. bir, iki, üç, dört, beş... Şimdi uyumalıyım.. Uzun zaman oldu gözkapaklarımı mutlu etmeyeli.. Gözkapaklarım kapanmalı.. Tıpkı şimdi çenemi kapadığım gibi..

kırmızı..

Kim olmadığımı biliyorum en azından.. Sonrasızlıkların en ucundan başladım elimdeki bocukları dizmeye ve sonuna da kalın bir düğüm attım.. En azından bunu yapabildim sonun da.. Yazmanı istediğim bir masal vardı ve içinde cesur bir kahraman.. Hani kılıcıyla devleri yok eden, kötü kalpli cadıyı kazana atan ve o kuru kuyudan o kadını çıkaran.. Evvel zamanların sonralarına saklanacak bir masal..
Gidemediğim uzak bir yer var ve saklamaya çalıştıkça sızan kan saçlarımın arasından.. Sığamadığım bir beden var tam da burada, durduğum ve oturduğum koltukta yani.. Sığmıyorum beklide sığamıyorum.. Beklide sularım sığ bu kıyıda.. Gel-git lerin sürekli ertelendiği bir kıyıya hapsedilmiş bir midye kabuğu gibi bu bekleyiş.. Gel ve sonra git.. Bir daha dönme istersen..
Ben tararım senin yerine saçlarını, sabun köpüğünden duvarlar yaparım evinin dört bir yanına ve aynaya da bakarım senin yerine her sabah.. İnan yapabilirimdim aslında.. Sen git ve bir daha gelme.. Yosun kokuncaya kadar nefesin orada kalmalısın..
Sakinim biliyorum ve eğilimim artmakta, o gece kulağına söylediğim şeye yani.. Vazgeçmiş değilim.. İki darbe, üst üste ve kırmızı.. Bir anlaşma var aramızda ve ben buna sadığım.. Üstüne koyduğum yeminlerim ve sağ kolumda kara bir mühür var..
Bir uzağın onikinci ikliminde, seslendiğim tüm kapılar kapalı ardına kadar.. Sakinim, yeterince sakinim ve nazik biri olmaya çalışıyorum son günlerde.. Küfür etmiyorum eskisi gibi, büyük laflar söylemiyorum, süslemiyorum cümleleri ve arkam da beni sobeleyecek biri var mı diye merak etmiyorum.. Sen yine de kendine söyleme kokum da boğulduğunu.. Sen yine de bilme benim kim olduğumu!! Bilme... Sen yine de söyleme kendine..
O gece kulağına söylediğim şey! ! Vazgeçmiş değilim.. İki darbe, üst üste ve kırmızı.. Bir anlaşma var aramızda ve ben buna sadığım..

kapı

Aynı inançsızlık ve nefretle söktüm dişlerimi önce, avucuma aldım hepsini.. Canım yanmadı, damaklarım sızlamadı.. Bahçene gömdüm.. Bilmem üzerine kaç defa tükürdüm ağzımdan süzülen kanı.. Yutamadıklarım dışında.. Kara bir büyüydü yaptığım.. Dişlerimi söktüm ve bahçene gömdüm..
Hepsi bir gün düşecekler o boşluktan aşağıya.. Sessizlik olacak önce, derinden ve sabırlı.. Ardından düşecekler.. Üst üste ve alt alta.. Kelimelirin arasında boşluk bırakmadan, göz uçlarının değdiği mesafeden ve hepsi aynı renkte düşecekler..
Duvarın ardında yaşanan ıslak ve kaygan bir hayat vardı.. Bu yüzdendi yataklarının altından gelen kokular.. Bu yüzden rutubet kokardı tenleri.. Ve bu yüzden senin duvarlarını sevdiler hepsi.. Tanıdık bir kokunun burun ucundaki iziydi.. Sakın bunları kimseye anlatma.. Bende anlatmayacağım bir daha.. Aramızda kalacaklar.. Üst üste ve alt alta.. Hepsi düşecek bir gün sırayla..
Kapı kapandı!! Eyy adam!! Kapı kapandı!!
"Sol bileğim" demiştim sana..
"Sol bileğim kapının arasında, kapatırsan kopacak"
Kapı kapandı!

10 Aralık 2007 Pazartesi

seni sevebilirim aslında...

Oysa o yüz, kış güneşinin farkında bile değildi.. Yüzüne değip geçen, içini ürperten gölgenin rüzgar olduğunu sanıyordu ve kendi gerçeğine rağmen avuçlarında tutmaya çalışıyordu yaktığı gözlerini.. Yosun tutmuş sisin içinde yitirilmiş koyu yeşil zamanlar, zamanların içinde gri yollar, yolların sonunda hep bir umut vardı.. Umudunun rengi olmasa da bir umut vardı işte gri yolların sonun da.. Uzun siyah saçlarını savurarak arkasına bakardı, yitirilmiş ne varsa ve her defasında canını acıtsa da, bitimli aşklarına ninniler söylerdi uzaktan.. Ziyan olmuş bir hayatı tırnaklarının arasında gizledi ve kesip atmaya kıyamadı hiçbir zaman.. Ona ait ne varsa gizlenmeliydi, tıpkı sol omzundaki yalancı meleğin bıraktığı leke gibi..
Kanatsız düşler nereye kadar zorlardı ki hayatı, hangi yeşil tepelere, hangi denizin mavisine ödünç bırakırdı görülmemiş rüyaları..

İçine çektiğin duman kadar yorgundu şehrin ışıkları, adamı nefessiz bırakan ateşli bir geceydi beklediğin mucize..

İçindeki Tanrı yı çoktan kovmuş bir adamın adımlarını saydım ve onun yerine dua ettim yorganın altında.. Giderek ve ilerleyerek, isteyerek ve ezberleyerek kendine benzeyen, kendisiyle konuşan ve hayatına teğet geçen herkesi sinsice sorgulayan bir adamın rengine boyandım..
Bunu yine yapabilirim! Başka bir kimsenin rengine boyanabilirim ya da kendi rengime boyayabilirim her hangi bir kimseyi.. Kimsesiz kalmış bir nefes bulabilirim, o nefesi sokarım deliklerimden içeri ve dolarım iliklerimi üzerine.. Bunu yapabilirim ve diğerlerini.. Öç alırcasına kendimden iki jilet darbesiyle o banyoda, kırmızıya boyayabilirim hayatı.. Kendi rengimden dolarım, dalarım ya da taşarım bir yerlere.. Yağmalarım beynimi ve sökerim yerinden taşları, zamanı durdurabilirim ve sevebilirim beklide gerçekten.. İnan bana yapabilirim.. Seni doğurabilirim kendimden ve senden doğabilirim.. Sol kaburganın hemen altından, canını acıtarak, seni sıkıştırarak, kemiklerini zorlayarak doğabilirim.. Yapabilirim.. Seni sevebilirim aslında..
İçimde çoğalarak sana benzeyen, inançsız bir zaman var.. Soluğu kesilmiş bir Tanrı’nın ağlayışı kadar soğuk bir alev..

Bunu yapabilirim.. Seni sevebilirim aslında…

9 Aralık 2007 Pazar

liman..

Herhangi bir çay tabağına iliştirilmiş, intihar eden bir mumun alevinde, yavaş yavaş erimesiydi nefes.. Kara toprakların yeşile olan aşkıydı, beyaz güvercinin kanadındaki lekeydi yağmur..
Avuçları yanarken alev alev, parmak uçları donan bir adam gördüm camın arkasında.. Ağzından, ağzının hemen ortasından tekmeliyordu soğuk gece.. Küfretti!! Gelmiş ve geçmişe, geçmişine ve geleceğine.. Gelenlere, odadan odaya dolananlara ve odanın tam ortasında duranlara.. Oturanlara ve daha önce kalkanlara.. Göz çukurunda biriken yıllara, ciğerinde söndürdüğü dumana ve uzaktaki limana.. Limandaki tanımadığı ve asla gözlerinin rengini bilemeyeceği kadına.. Asla göremeyeceksin saçlarının diplerini, ellerin dolaşamayacak alnındaki çizgilerde ve yutamayacaksın kokusunu, bilemeyeceksin sol göğsünün hemen altında neyin olduğunu..
O senin yerine al sallıyordu az önce, limandan ayrılan gemiye ve peşinden koşan martılara.. Senin yerine de içti bir şişe sıcak şarap.. Rengi kırmızıydı.. Ve şişenin dibine yazdı soluğuyla mektupları ,senin yerine el salladı yunuslara.. Dua etti, pembe dilini döndürdü ağzında, sen küfrederken, sen kılıçtan geçirirken yıldızları, o kadın el sallıyordu küçücük elliyle rüzgara.. Duvarları ve sokakları zorlayan bir sessizlikti bu depreme sebep.. Yıllar önce de gözlerinin önünde sallanmıştı bu şehir, kulaklarındaydı geceye karışan gürültü ve tanımadığı insanların çığlıkları.. Korkmuştu ve yıllar sonra açtı kapattığı kulaklarını.. Tekrar biriktirdi içinde çakıl taşlarını ve bir ırmağa bıraktı usulca.. Düştüğü yerden kalktı ve üzerini silkeledi.. Şimdi sen, gözlerini sımsıkı kapat ve kabul et!! Omuzlarında kaç melek kaldı, kaç meleği kaybettin giderken kim bilir.. Bedenin seyrek nöbetler yaşarken, dudakların kuruyup çatlamışken ve o kadına küfrederken utanmalısın.. Kabul etmelisin ki suçlusun ve durdurmalısın bu savaşı..
Sadece bir avuç kaldı o kadın...

8 Aralık 2007 Cumartesi

Sen, içinden çıkan şeyden nefret edip tiksinirken, ben saçlarını sever gibi sevdim her yerini.. Mutfak rafındaki fincanlarını, sigaranı söndürdüğün tablayı, tüten sobanı da sevdim.. Yeni süpürdüğün halını ve halının altına sakladığın nefesini.. İçinden dışarı çıkan, derinden derine akan tüm damlaları.. Perdelerini ve arkasına saklandığın kapını, içine sokulduğun ve en az zaman geçirdiğin yatağını..

Bazı şeyleri anlamalısın.. Ya da anlatmalıyım sana..

Önce dolaş odalarda.. Camları aç sonuna kadar.. Ve kapat, önce sırtındakini!! Sıcak bir çay al ellerine ve arkana yaslan.. Hazır olduğunda haber vermelisin bana.. Beklerim.. İnan ki beklerim hazır olmanı.. Bunu yapabilirim..

Gözlerinin dalıp gittiği oldu mu herhangi bir yüzde? Duvarlara onun resmini yapmalısın beklide.. Bir fırça darbesiyle ve tek bir renkle çizmelisin kokusunu duvarlarına.. Sonra karşısına oturup uzun uzun bakmalısın ve özlemelisin derinlerde kaybolmayı.. En azından kaybolmayı sevmelisin, kaybolabilecek ve boğulabilecek kadar yakındır sana bazen bir avuç mavi.. Dışarıda yağan yağmurun neden içine içine işlediğini ve buna rağmen neden bir türlü kupkuru kaldığını sormalısın kendine.. Camın buğusuna yapıştırmalısın ellerini ve süzülen damlaları akıtmalısın kararmış ciğerine.. Odaları değiştirmelisin belki de, kar yağacak yakında ve düşünsene bir kere, sen gözünü açtığında o odanın camına kar taneleri dokunacak.. Ben sevmesem de sen seversin, benim yerime de şiir okursun onlara.. Selamlarsın ve gülümsersin bir sabah.. Odaları değiştirmelisin.. Sonra kalk yerinden, çekmecene aylar önce bıraktığın kalemi al eline.. Ve başla yazmaya, gerçekten en sevdiklerinden başla, içinden tüten dumanla başla yazamaya.. Oraya buraya savurduğun kelimeleri usulca çağır yanına ve okşa başlarını.. Bu sefer bir masal yaz mesela kar yağarken, her yer bembeyaz olmuşken ve biz yürüyorken anlat bana.. Piknik yapalım, şarkı söyleyelim ve soğukta öpüşelim seninle, burnumuz donmuş, ellerimiz üşümüş kardan adam yapalım bir gece.. Sen bir defa yırtma yazdıklarını savurma içine, kırma bardakları, çizme bir yerlerini, izleri unut ve yolları.. Ben yine de sevmeyeceğim karın rengini, adına benzemeyen hiçbir rengi sevmediğim gibi..
Ve bir rüya görmelisin, gerçekleri yalayıp yutan pembe diliyle, ıslak, sıcak ve arsız bedenini ateşiyle sallayan ve yanmalısın bu defa cayır cayır mor ateşlere atmalısın ruhunu.. Nasıl olsa rüya değil mi aslında? Bu kadarını yapabilirsin bence..
Bak yine çayın soğumuş, sigaran bitmek üzere, küller izmaritler dağılmış, onlarca pencere açılmış önünde yazmanı bekliyorlar.. Senden başka herkesin ihtiyacı var yine sana.. Biliyorum bu değişmeyecek ve adı da olmayacak.. Ama diyorum ya küçük adam, sen yine de o duvarı keskin bir fırça darbesiyle boyamalısın bir gece ve izin vermelisin derinden derine akıttığın herşeyi sevmeme..

7 Aralık 2007 Cuma

Elim kapının arasında..

Bak bu sefer dinle beni.. Hiç değilse bir defa dinle beni, gözlerinle dinle ağzınla dinle, ya da duvarlara bardak daya öyle dinle... Sen yine o koltuğa otur ben sobanın arkasında ki mindere.. Anlatmalıyım artık o ormanın sonundaki nehirde gördüklerimi.. Kuşlar falan ötmüyordu pürneşe, salkım söğütlerde yoktu masallardaki gibi.. Ayaklarını baldırlarına kadar sıyırıp suya sokan güzel kızlarda yoktu.. Ortasından bölünmüş yüzler vardı.. Diğer yanı karşı tarafta kalmış bu yanda ki yarısına ağlayan.. Ciğerlerini yırtarcasına ağlayan.. Öyle korktum ki öyle ezildim ki seslerin altında.. Çoktular, kalabalıktılar ve kocamandı elleri.. Sana seslensem duymazdın yine biliyorum, mektup yazsam senin renginde, yine geceyle karışır ulaşmazdı eline.. Daha ne kadar çıkmalıyım içimdeki tahta merdiveni? Kaçıncı basamağındasın sen o merdivenin?
Oradaydılar diyorum sana, oradaydılar, çoktular ve kalabalıktılar.. Bu sefer dinle beni, elindeki soğumuş çay fincanını bırak ve bir sigara daha yak bence.. Bence çıkmalısın o kitabın içinden ve açmalısın bahçenin kapısını.. Yürümelisin yolun kenarında sırlanmış ağaçların altında ve yapraklara inadına inadına basmalısın.. Sırtıma basar gibi, kemiklerimi ezer gibi.. Yüreğimi içmelisin bardaklar dolusu.. Ne kadar diye sorma bana.. Miden ne kadar alıyorsa..
Şarkıyı başa almalısın ya da çok sevdiğin o filmi.. Beklide beraber izlemeliyiz.. Ve ben susmalıyım, sen şaşırmalısın o koltukta.. Dilimi gerçekten yuttum mu diye bakmalısın.. Sesimi unutmalısın beklide.. Hatırlıyor musun? “Kahretsin güzelsin” demiştin bana, beni ilk gördüğünde. Hani saçlarım kıvırcıktı o gün ve gözlerime düşüyordu dalda dalga ve çok güzel kokuyordum ben ve sen öpmüştün o kutsal kokumdan.. Aramızda rengi belli olmayan bir sınırın dibinde söylemiştin bana.. “Kahretsin Güzelsin” O günden sonra nefret ettim kendimden, aynaları kırmaktan, o parçaları toplarken yerlerden kesilen parmaklarımdan ve kokumdan..
İçimdeki merdivenin hangi basamağındasın sen? Ve daha ne kadar bakacaksın kapının arkasına yapıştırdığın resimlere? Yosun kokmuyor bu şehir işte bekleme boşuna.. Denizi olmayan bir şehre, bilmem ne zaman getirir rüzgar o kokuyu.. Elim kapının arasında, kapatırsan bileğimden kopacak ve yere düşecek ve hiç değilse bir parçam sen de kalacak.. Hiç değilse sen biliyor olacaksın neden bir elimin olmadığını ve neden rüzgara bırakmadığımı saçlarımı..
Elim kapının arasında…

6 Aralık 2007 Perşembe

git

Bir yanım siyah diğer yanım maviydi aslında ve hüznün lacivert bir rüzgar olduğunu sandım, deniz kanarında oturmuş martılara bakarken ve yüzümü okşarken rüzgar.. Yıllar geçti üzerimden ve rengarenk hüzünler.. Hepsini sevdim gözlerimle, hepsini sevdim ve mavi bir suya yazdım her şeyi.. Arkama dönüp bakmaya gücüm bile yok, etrafında dönüp oynadığım ceviz ağacına ve bayramda giydiğim beyaz eteğimin sarı lekesine bakmaya.. Annem nasıl da kızmıştı bana, ne çok söylenmişti o akşam üstü.. Çok istesem yine bayram olur mu? Bu sefer eteğimi boyamasam ceviz ağacında ve anne mi üzmesem hayatım da bir defa.. İçimde koca bir şehir var kaldırımları olmayan.. Sıkıntılı bir ıslaklık var sokaklarımda, çimen kokulu geçmiş zamandan kalma yağmurların getirdiği bir kokuyla karmakarışık olmuş iliklerim.. Lime lime damarlarım, içimde soysuz dolaşan kan sızıyor her yerimden ve uyumak istiyorum o yer yatağında eskiden olduğu gibi..
Sesiz ol bu sefer ve üstümü ört. Işığı kapat ve gerçekten git bu defa!!

nslh@n


5 Aralık 2007 Çarşamba

yüzleşme

Onunla yüzleşmektense, kozasının üzerine bir kat daha örmeyi istedi.. On kat ördü, yüz kat ördü, yüzüne yüzünü döndü de ördü.. Dolandı kendi etrafında da ördü.. Doladı ipleri derisine, sımsıkı sıktı, derisi morarıncaya kadar sıktı.. Gözlerini ördü ve kulaklarını, göğsünü ve sırtını, diz kapaklarını ve üşüyen ayaklarını.. Onlar çıktılar kozalarından ve gittiler, yirmidört saat sonra yanacaklarını bile bile gittiler.. Yandılar ve çığlıkları geceyi tokatladı.. Ay korktu, deniz sustu..
Sonra mevsim sonbahardan kışa döndü.. Sokaklar çıkmazdı hep.. Hep çıkmaz sokaklardaki kırmızı tuğlalara çarptı yüzü.. Boş tren istasyonunda yanına oturacak ve saati soracak birini aradı gözleri.. Bekledi.. Saat çoktan durmuştu.. Ve akrep yelkovanı çoktan geçmişti.. Dudaklarını ısırdı önce, sonra parmaklarını.. Ondan geriye kalan avuçlarında derin bir çizgiydi.. Baktı ve öptü..



Söyle yağmura yağsın, kör olsun rüzgar, esip geçtiği yerleri bilemesin.. Sarsılsın içim, içim sökülsün, kader denen şeyin teyelleyip geçtiği yerden sökülsün.. Derim dökülsün sonra, yalayıp yamaladığı yerden hayatın..
Bütün azalarımla o kuyuya düştüm ben, çıkmak için sebebim yok, duvarları tırmalamaya, tırnaklarımı söküp atmaya ve elime sihirli bir iğne alıp dikmeye kendimi kendime..

Söyle ona!! Yağsın!!

Senin rengindendir yağmur yüklü bulutlar.. Seslen ona ve kulağına fısılda.. Yağsın.. Sonra dön ve hatta hiç gitme bir daha mesela.. O tren istasyonuna uğrama hiç, o sokaktan geçme, o köşe başında durma ve bekleme tünelin sonundaki ışığı.. Mahallenin çocuklarına el sallama, kar yağsın diye bekleme, kapının önünü temizleme bu sefer, tavan arasına gönderme yazdığın mektupları..
Gözlerindeki soysuz kalabalığı o oda da bırak ta gel. Odanın duvarına dikte gel gölgeni.. Koltuğunu, yastığını, yatağın kenarın da ki çoraplarını, bana anlatmadığın ve hala avuçlarında tuttuğun, birbirine karışmış sana ait olmayan tuzlu suları bırak ta gel.. Son bir sigara yak ve yut dumanını, sonra ona anlat dişlerinin arasında sakladığın tatları, dudaklarının kenarında unuttukları renkleri, saçına değen tenleri ve bunları örtmek için neden kalın giyindiğini anlat ona..

Sonra dön .. Nereye istersen aslın da..

Kelebek ölüleri avuç avuç düşerken saçlarına, ben kozamın üzerine on kat ördüm, yüz kat ördüm, yüzümü yüzüne döndüm de ördüm.. Dolandım kendi etrafımda öyle ördüm.. Doladım ipleri derime, sımsıkı sıktım.. Gözlerimi ördüm ve kulaklarımı, göğsümü ve sırtımı, diz kapaklarımı ve üşüyen ayaklarımı..

4 Aralık 2007 Salı

nefes..

Yeşil bir şişenin içine hapsettim soluğumu.. Poyrazdı, esiyordu ve ortasından kesip biçiyordu rüzgar, gırtlağımda düğümlenen yerden tütüyordu, bilemediğim ve göremediğim her şey..

Sana anlatmalıyım artık!!
Kendime anlatmalıyım!!
Bana anlatmalıyım ve sana!!
Ellerime ve dudaklarıma anlatmalıyım!!
Saçlarına ve sırtındaki yanık izine anlatmalyım!!

Sadece bir an beklemişti oysa, buralardan oralara savrulacak kadar kelime biriktirmişti göğsünde.. Oysa, saklandığı ırmağın bulanık renginde kumlara gömmüştü ellerini.. Çatlamış her yerinden süzülen kan damlalarını saydı ve parmaklarından boşalttı içini.. İçinde ne varsa parmak uçlarından kustu, içini boşalttı, içi boşaldı.. Boş bir oda, zifiri bir kuyu, gölgesiz duvarlar kadar boştu artık.. Islaktı, sıcaktı ve bastırıp söndürdü geceyi.. Tepesinden, ucundan, en acıyan yerinden, tek soluk ta söndürdü..

Üşüten bir nefesti içine çektiği, her adım ayaklarından çıkan alevdi, ateşti ve yangındı ruhunu yakan.. Vakitsiz ve anlamsız bir gülüşün yüzüne çarpması kadar acırdı canı. Gözleri buz tutmuş bir kadının erimeye başlamasıydı belki de zaman.. Eriyip çözülmesiydi, çamura akıp karışmasıydı aslın da..



Beş solukta erir mi ruhum?


Nefesini tuttu, maviye boyandı bedeni, beş solukta.. Şuursuz ve baygındı kolları, önünde, dizlerinin üzerinde.. Uzandı.. Beş sefer, beş solukta uzandı saçlarına ve her defasında kaydı avuçlarından kokun.. Beş solukta eridi ruhu!!

Yeşil bir şişenin içine hapsettim erimiş soluğumu.. Poyrazdı, esiyordu ve ortasından kesip biçiyordu rüzgar, gırtlağımda düğümlenen yerden tütüyordu ruhum!!

mi..

Gözünü kapatmak üzereyken bir çivinin alnına çakılmasıyla sarsılırsın.. Öyle aciz, öyle soluksuz kalırsın bir anda.. Kendi avuçların da tuttuğun suyla boğulurken sen, dibine dibine dalarsın köklerinin.. Benzeme kendine, kendine benzeme!! Aslındı tuzaklara düşüren seni, kendi gözlerindi tavan arasına sakladığın, üzerine mermiler yağdırdığın saçlarındı, gecenin en saçma saatleriydi hesaplar yaptığın kendinle karşı karşıya, kendine doğru, sana doğru ..
Geberik bir oda da yapabildiğim tuşlara dokunabilmek sadece.. Parmak uçlarım bile nefes almıyor.. Saçlarım yorgun, omuzlarıma düşmüyor, yalayıp geçmiyor tenimi.. Oysa kolaydı her şey, basit bir doğruydu yürüdüğüm yol, çıktığım merdiven ve saklandığım ağaç kavuğu..

Kimse görmüyor değil mi beni?

Kimse duymasın sesimi, kokumu duymasın ve dokunmasın gözlerime.. Kimse görmesin.. Sende unutmalısın yerimi.. Unutmalısın..


Şimdi arkanı dön ve içinden say on dan geriye, yapabilirsin değil mi?
nslh@n

29 Kasım 2007 Perşembe

sınır

Hep aynı soruları soran bir kadının, kendi kemiklerini kemirmesi kadar tehlikeliydi aynalara bakmak ve kendi yüzünü okşamak elleriyle.. Kendine üflemek tenindeki tarçın kokusunu, ellerine yalanlar bırakmak kadar keskindi sınır..
Güçsüzüm ve giderek tükeniyor hücrelerim de ki, kırmızı halklar.. Güçsüzüm.. İşte bu kadar, işte kocaman, işte ben buyum!! Diyecek bir ben tükenmek üzereyken ve hatta bir benin kalmadığını anlatmaya uğraşırken, duvarlara yazmaya çalışırken, neden konuşuyorum hala !!!
Susmalıyım.. Ve artık çenemi kapamalıyım, geçmiş ve geçemişe ait bütün odaların kapılarını ardına kadar açmalıyım.. Belkide yürümeliym odalarda, basmalıyım yerdeki halılara.. Cebimdeki akrepleri, karnımdaki yılanları çıkarmalıyım.. Gözlerimi sökmeliyim yerlerinden ve ellerimi durdurmalıyım.. Kırmalıyım bütün kemiklerimi, un ufak oluncaya kadar ve yakmalıyım kanımı, savurup atmalıyım rüzgara, henüz kar yağmadan.. Soysuz renkler beyaza gömülmeden yapmalıyım..
Uçurumun kenarında oynadım hep, hemen kıyısında ki otları okşayışını sevdim rüzgarın.. Korktuğum halde, dizlerimin üzerine düşüceğim halde, kanayacağını bildiğim halde, geceyi sevdim, karanlığı sevdim..
Kendimden aldım öcümü sabahların körlerinde, kör olmak istedim, bozmak istedim oyunlarımı.. Daha da kaybetmek, daha da yitirmek istedim uzun saçlarımı.. Bile bile batmak istedim oraya, tam buraya, dibe gömülmek ve "vurguna gitti "desinler istedim ardımdan.. Kendi içim de gizli bir savaş bu ve artık bitirmeliyim..
Sınır da ki dikenli tellere takıldı kırmızı elbisem ve ayakkabılarıma çamur bulaştı.. Kurtulmalıyım ve temizlenmeliyim.. Eve dönmeliyim, merak etmişlerdir beni balıklarım.. Eve dönmeliyim ve sokağımı sevmeliyim ayaklarımla.. Limon ağacını kontrol etmeliyim, yeni bir filiz vermiş mi diye.. Mutfağa girmeliyim ve bir çorba yapmalıyım, önce kedime süt vermeliyim sonra babama orta şekerli bir kahve..
Sonra.. Sonra başımı avuçlamalı ve eski fotograflara bakmalıyım. Dünyadan bir haberken, erkenken yani, çocukken, bilmiyorken yıldızların ne olduğunu, "o ıhlamuru içmeyeceğim" diye ağlarken, saçlarımı örerken annem, babam uyumadan önce masal okurken, Tanrının kim olduğunu bilmeden dua ederken yani...
Sonra.. Sonrası yok, aslında varla yok arasında bir sınırda, sigaramdan çıkan mavi bir duman var sadece.. Hepsi bu..
"babam bana masal okur mu bu gece?"

28 Kasım 2007 Çarşamba

yazdım

Herhangi bir şehir, herhangi bir yol, herhangi bir ev ve o eve ait soğuk odalar, duvarlara çakılmış gelişi güzel çiviler ve çivilerin üzerine asılmış yüzler, kokular ve sayılar.. Saydım herbirini ve gördüm seslerini.. Bir, iki , üç değildi yüzden geriyeydi..

Parmağımın üzerinde karıncalar yürüyordu ben gözlerimi yakarken odadın orta yerin de, dizlerinin dibin de, ayaklarının hemen önünde, sen yüzümü öperken..

Bir renge boyanmak, dudaklarımın arasına aldığım bir jilet kadar keskin ve yakıcıymış aslında.. Gözlerimi kestim ve karnımı tekmeledim, sen arkanı dönerken..

Tek ayağımın üzerinde denge de durabilmek kadar sallantıdaydı sana gelip gitmelerim.. Yere basmak istedim iki ayağımla, çıplak ayaklarımla odanın orta yerinde sen bana "sessiz olmasın" derken aslında ben avazım çıktığı kadar bağırmak istedim.. Gırtlağımı ciğerlerime kadar yırtarcasına bağırmak istedim.. Köpeklerin karanlık ormanın derinlerin de dolunaya uluması gibi..

Düşe yazdım, güze yazdım, oraya ve buraya yazdım, sana yazdım, sen camın önündeki tozları temizlerken, camın buğusunu parmak uçlarınla severken, kapını sonuna kadar açarken rüzgara.. Koltuğunu biraz öne çekerken, gelenleri uğurlarken akşam üstü ve sobaya bir kaç tahta parçası atarken ve yüzümü bölerken orta yerinden ve gözlerimi yırtarken sen, yazdım..
Koluma yazdım, yüzüme yazdım, yüzkere yazdım aynı üç kelimeyi.. Birbirinin aynı.. Herhangi bir zaman ait değildi herhangi bir yoldan geçmemişti henüz eskiyen rüzgar.. Ama yazdım dilimin ucuna ve sakindim söylerken.. Adın vardı başında ve ben adım adım geldim sokağına.. İşte oraya!! Adımlarını saydığın yere, sana en çok benzeyen yere yani.. En çok sen olmayı sevdim seni sevmeden önce.. Önce dilimi boyadım ve arkamı döndüm denizi olmayan şehre..
...
Şimdi kesiyorum herşeyi ve gömüyorum yanağımdaki çukura.. Herşey senin istediğin gibi, senin istediğin ses de ve solukta olsun.. Olması gerekliydi ve olması gerektiği zamanda oldu işte..
Yani senin istediğin gibi..
Yazdım ve suya bıraktım yarının gözlerini..

26 Kasım 2007 Pazartesi

!!!


Her şey iki kişilikti.. Duvarda ki yüzdüğüm resim, yüzümü sürdüğüm tenin ve o akşam üstü, saat yediyi beş gece yol iki kişilikti.. Kulağına söyleğim yalan, kendinle sevişen sessizlik, ezildikçe akan içim, içimden dışama çıkan terim, elim, parmağım ve boynum..
Gözlerimde konuşan kadın vardı.. Sana söylüyordu aslında ben dudaklarımdan itiyordum ona ait hayatları ve yalanları belki de gizlediği hesapları.. Kaç hesabı vardı yarına ve kaç isimsiz, beti benzi atmış gecesi..
Yüzündeki çizgeleri kopardı attı kadın ve sakladı ağaç kavuğuna, o gördü ve arkasını döndü.. Sadece sustu.. Mucizler beklemiyordu kadın ve zaten inanmıyordu da gökkuşağının yedi rengine..
Ruhunu astı çoktan saçlarına ve vazgeçti kokundan..
Vazgeçti..

25 Kasım 2007 Pazar

son

Büyücüler şarkı söylüyorlar kulağımın arkasına, bağırarak çirkin sesleriyle, ve içimi kemiriyor yazdıkları, göbeğimden kasıklarıma, kasıklarımdan ayaklarıma, ayaklarımın altlarına tam oraya işte.. Görmediklerini görüyorum ve bilmediklerini, sayıyorum tüm sesleri ve gözleri .. Var,var,var evet var gözleri, onlarında var gözleri.. Bakıyorlar, ağızlarının kenarına birikmiş sularla bakıyorlar kapının deliğinden ve tavan arasından.. Tam oradan işte, sol omuzunun hemen üstünden.. Üşüyorsan eğer; gölgeleri üstünde.. Bundandır öyle donuk bakman duvarlara ve bundandır yanan sobalara odun diye kendimi atmam..

HAYIR!!

Buna izin vermeyeceğim.. Beni azad etmene izin vermeyeceğim.. Şimdi sus ve dinle.. Biraz da dinle ve sus.. Efendi değilsin.. Köle değilim.. Hayır değiliz.. Yokuz bile aslında…

Kendimi kendimden bölüyorum ve soyuma küfrediyorum, sopuma ve sana küfrediyorum.. Her bir parçamı sana boyarken ben.. Küfrediyorum, ağzımı doldurarak, sana boşalarak ve ona.. Her bir parçamı çarmıha gerdim çiviledim her birini.. Tek tek.. Boyadım senin gözlerine ve her birinin boynunu vurdum.. Kestim.. Attım.. Ellerimle kazıdığım kuyulara attım, üstüne sönmüş yıldızlar örttüm..

Kanıma karıştı buzdan kopan parçalar.. Parçaladı ve sallandırdım ve kuruttum kanımı güneşte.. Bak yine akşam oldu.. Kendimi böldüm ortadan.. Biri sana diğeri sana.. Önüme geleni kestim, biçtim iplerin ardına saklandım.. Saklandım.. Şimdi sus ve dinle.. Ve kimseye söyleme bu ipin ardında olanları.. Rengimi ve kokumu kimseye anlatma.. Köklerimdeki intihar eden kelebekleri ve üstüme çıkan merdivenin yerini söyleme..
Sana karşılıksız vermiştim dudaklarımın kenarında biriken susamları ve bir fincan çayı ve soysuz etimi ve oraya izler bırakman için kalemi.. Sana karşılıksız bir sevişme verdim.. Arkanı rahatça dönüp uyuyabilmen için yanağımdaki çukura.. Tam oraya..


Duyuyor musun, çeşmeden damlayan suyun sesini ve kuruttuğun çiçeğin şarkısını.. Sana söylemiştim “su vermelisin” demiştim.. ben söylemiştim sana.. Şimdi kesmeliyim dilimi ve yutmalıyım sesimi.. Sokak köpekleri ulumakta ve ben onları öpmeliyim ya da taşlamalıyım beklide..

Küfrediyorum soyuma ve sopuma gelmişime ve geçmişime ve sana!! Sana küfrediyorum, parmaklarına ve tırnaklarına.. Kaburgalarına ve diline.. Hücrelerinde dolaşan gerçeğe ve lanet ediyorum kaybettiğin zamana..

Uzak bir iklimde olmayan bir mevsime söyledim ben her şeyi, dudaklarımdan sızdı, aktı, indi göğsümden aşağıya oralarda bir yerlere, aralarda bir yerlere yani..

Her nefesinde başka bir tutsak an vardı ve karanlık, korkmadım!! Ağzından içeri, daha ileri aslında daha derine, gırtlağından ciğerlerine soktum ellerimi ve kızgın köpekler bıraktım sana.. Dar odalarda dolan şimdi, oradan oraya git, sonra tekrar gel.. Perşembe git sonra hiç gelme bir daha mesela.. Tenha yerlerde dolaş karanlık adamların yanından geç ve onları dinle kuytularda.. Hain planlarını boz, pusuya düşür onları da.. Ya da kalabalılara dal, onların ortasına, efendilerin ve kölelerin olduğu kalabalıklara.. Ve bir seçim yapmalısın beklide, efendi mi, köle mi olmalısın? Ya da en iyisi bir hiç olmak mı sence?

Perşembe git ve bir daha dönme aslında.. Evini ateşe ver tek bir kibritle.. Çivileri sök, camları kır ve yatağını boğ da git.. Yatağında boğul da git.. Kendi hücrelerini dişlediğin tırnaklarınla çiz ya da onlarla doldur öyle GİT!! Bana söyleme ve kendine.. Kimseye bir şey anlatma bunları yaparken..

Saklandım.. Şimdi sus ve dinle.. Ve kimseye söyleme bu ipin ardında olanları.. Rengimi ve kokumu kimseye anlatma.. Köklerimdeki intihar eden kelebekleri ve üstüme çıkan merdivenin yerini söyleme..

Ben önünden küfrederken GİT ve dönme..


Bak akşam oldu, biraz dinlenmeliyim ve dinlemeliyim kendimi.. Üşümeliyim biraz daha ve ellerimi sokmalıyım bir yerlere…
nslh@n

23 Kasım 2007 Cuma

bilme

Düz yolların yan ceplerine anlattım gördüğüm rüyaları ve içimdeki sayıklayan o adamı.. Avucumun içinde, dişlediğim yerde, en çok kokan yerde yani nefessiz bekliyordu.. Anlattım ona..
Gözlerimde ki akreple yelkovanın oyununu.. Oyundaki hileleri ve tuzakları.. İnsanları ve yüzlerini.. Ait olmadıkları hikayeleri..
Sen de yalnızdın aslında ve kimsesizdin o şehirde.. Bana ve sana.. En çok da bana ve öteki sana.. “Dönmelisin” derken ve “özledim” diye önüme bakarken ben gerçektim aslında.. Gerçektim.. Vardım ve biliyordun sen de bunu.. Adın gibi biliyordun.. Adın gibi koyular akıyordu her yerinden ve dudaklarından gecenin duası düşüyordu…
Çekip gitmeliydi buralardan.. Bu sokaklardan ve ayaklarımın bastığı her taştan ve ayaklarımın gittiği her yönden.. Çekip gitmeli yabancı sokaklara vurmalı, vurmalı ayaklarım başka yolları okşamalı beklide rüzgar yavaş yavaş zehirlerken beş parasız “zan” larımı..
Kaç kere ekledim tenindeki tuzlu suyu yüzüme, kaç kere boşaldın köklerime ve kaç kere ağladı ellerin..

“Sakın yorulma”

“Sakın yorulma!!” dedin bana.. Sakın yorulma!!.. Yorulmadım.. Yorgun olan sendin, yorgun olan düşlerindi, yorulan senin gecendi aslında.. Ben tek camı doğuya bakan bir çatı katıydım seni yoran bu şehirde.. Avuç avuç okşadım seni, kibritten evler yaptım sana ve masallar anlattım hep sonu güzel biten, elmaların adil dağıtıldığı ve herkesin mutlu olduğu masallar..Gözlerini tuttum ve kaybettiğin zamanı aradım gecenin tombul yanaklarında.. Sonra saçlarımda salladım seni uyuttum koynumda.. Sen göğsümle oynadın çocuk ellerinle ve usulca bıraktım oradaki yatağa.. Üstünü örttüm tembel bir mumun ışığında…


Uzun bir gecenin ardından, büyük bir nefesle gireceksin kurşundan yapılmış kalemin içine.. Ve ben aynaya bakacağım ve sayacağım yüzümdeki köyleri.. O köylerdeki ölüleri ve ölülerin gözlerindeki renkleri yutacağım senin için…

Şimdi sen bunları bilme.. Ya da şimdi sen bunları anlayama, anlama ya da..


Anlama..
Anlayama..
Bilme sen bunları..
Bilme..

Oysa ne çok söylemek isterdim o iki kelimeyi sana..

söz

Gözlerimi çamura gömdüm.. Bana gözlerini ver.. Ben senin yerine de bakarım hayata.. Senin yerinede bakarım o duvara ve hiç bir yere.. Bana gözlerini ver.. Söz veriyorum uslu olacağım, sesimi bile duymayacaksın.. Ayak topuklarımı sana veriyorum ve eline keskin bir bıçak.. Kes ortasından ya da yanından, sağıdan ve solundan.. İliklerimi söküp alacağın yerden yani, iliklerimi söküp atacağın yerden yani..
Bana gözlerini ver.. Gözlerimi çamura gömdüm, sonra üstüne bastım.. Ben senin yerine de zorlarım hayatı.. Senin yerine de sokarım parmağımı her deliğe.. Ve her deliye de gülümserim sevgiyle.. Bana gözlerini ver.. Söz veriyorum sesimi bile duymayacaksın olur olmaz saatlerde.. Gel demeyeceğim ve GİT.. Git demeyeceğim ve KAL.. Kal demeyeceğim ve DUR.. Dur demeyeceğim sen sırtımı döverken..
Ayak topuklarımı verdim sana ve eline paslı bir bıçak.. Sök al iliklerimi ve kurut kanımı avuçlarında..
Bana gözlerini ver.. Her şey çok daha iyi olacak.. İnsanlar gelip gidecek bir yerlerden, oralardan buralardan anlatacaklar ve ben şarkı söyleyeceğim içimden, derinden bir yerlerden.. Sofralar kurulacak, dünyalar kurtaracaklar, hayatlar yaratacaklar bir lokmada.. Burnundan üfleyecekler ılık ılık sevdiğin kokuları.. Söylesene en güzel hangimiz kokuyordu sen sırtını dönerken o boşluğa ve sarkıtırken ellerini bacaklarından en çok neren sızlıyordu???
Gözlerimi çamura gömdüm, bir kasım günü saat tam onbiri üç geçerken evinin bahçesine gömdüm gözlerimi.. Fesleğenin hemen altına...Oraya..
Söz veriyorum uslu olacağım, sesimi bile duymayacaksın.. Ayak topuklarımı sana veriyorum ve eline keskin bir bıçak.. Kes ortasından ya da yanından, sağıdan ve solundan.. İliklerimi söküp alacağın yerden yani, iliklerimi söküp atacağın yerden yani..

Söz veriyorum sesimi bile duymayacaksın..
Gel demeyeceğim, ve GİT.. Git demeyeceğim, ve KAL.. Kal demeyeceğim, ve DUR.. Dur demeyeceğim sen sırtımı döverken..

21 Kasım 2007 Çarşamba

bahçe...

Bu iki yüzden biri gerçek değil.. Benim iki yüzüm.. Senin iki yüzün.. Belki biri benim diğeri senin yüzün.. Ama biri gerçek değil.. Bu yüzden yüz defa vazgeçtim o bahçeden.. Oysa seni götürmek istediğim bahçe herhangi bir yer değildi.. Herhangi bir bahçe değildi.. O bahçe benim ellerimdeki, dizlerimdeki ve dudaklarımdaki izlerin ilk yapıştığı yerdi...
Beyaz dizlerime ve küçük ellerime ve öptüğün dudaklarıma…
Oysa seni götürmek istemiştim o bahçeye..
Dedemin toprak kokan elleriyle ektiği dut ağacı vurdu dudaklarıma.. Ve dizlerim, ceviz ağacından inerken sürttü kabuklarına.. Yara oldu, kan oldu, kabuk oldu, iz oldu dizlerim.. Ellerimi kirazlar boyadı ve beyaz eteğimi.. Küçüktüm.. “Böyle olmaz” dediler.. Bu izler çıkmaz ve bu lekeler..Hiçbir su temizlemez bu lekeleri ve hiçbir ilaç iyileştirmez bu yaraları..”
Küçüktüm..

Geçti!!!

Yaralarım geçti çoktan.. O yaraların üstüne yüz kere düştüm dizlerimin üzerine ve yüz kere kalktım ayağa.. Ben kalktım.. Yüz defa düştüğüm yerden kalktım… Yüz farklı topraktan, yüz farklı tenden uyandım…

Mavi örtülü bir yatak ve bir masa, iki koltuk, gri duvarlar, bir sigara paketi, sönmüş ve kokan izmaritler, boş bardaklar... Herkesin odan da gördüğü şeyler yani..
Neden ben başkalarının göremediği şeyleri görüyorum? Neden konuşuyorum kırmızı perdenle? Ya da rengi neyse işte…
Neden ben duvarlarından sızan sesleri duyuyorum ve neden dizlerim titriyor içindeki denizde yüzdüğümde?

Aslında geçti dizlerimdeki, dirseklerimdeki yaralar.. Kabuk bağladı önce ve ben uslu durmadım kaşıdım her defasında.. Kaşındım, kaşıdım ve kopardım kabuklarımı.. Kanadı.. Ben kanattım.. Çok kanattım ve ben kanattım, izler daha derin olsun diye..

Oysa seni o bahçeye götürmek istemiştim...



Yağmur başlamıştı ve akşam olmak üzereydi.. Eve döndüm sonra.. Üşümüştüm ve sobaya birkaç odun attım, yanına kıvrıldım..

Dudaklarımdan kaydırdım kutsal ismini

İçimdeler, boyumca kadar.. İçimdeler ve beynimde.. Ensemden başlıyorlar törpülemeye ağır ağır, usul usul.. Törpülüyorlar içimden başlayarak, dışa doğru, derime doğru.. Kaç gecedir sürüyor bu işgence.. İçimdeler şimdi, beynimde.. Beynimden gözlerime, gözlerimden ruhuma.. Soğuk nefeslerini üflüyorlar, sırayla üflüyorlar nefeslerini saçlarımın köklerinden.. Köklerim sızlıyor, köklerim yanıyor, köklerim acıyor…

Uyuyamıyorum…

Sağ elim yastığımda, sol elimin parmaklarını kemiriyorum, kanatıncaya kadar yiyorum tırnaklarımı.. Kendimi kendim vazgeçirme planları içindeyim.. Kokumu, rengimi ve saçlarımı unuttum.. Uyuyamıyorum.. Uyuyorum aslında belki de.. Hem de içimden ve dışımdan hepsi iç içe karmaşık.. Vıcık vıcık kara bir çamur gibi.. Bulaşıyor her yerime her uzvuma ve oraya.. Belki de rüya bile görüyorum ruhumun liflerini sıkarlarken.. Ensemden belime doğru, belimden kalçalarıma ve kalçalarımdan bacaklarıma.. Sıktılar, sıkıyorlar ve kesiyorlar sesleriyle göğsümü ve karnımı deşiyorlar..

Ahhhh!!!!

Kül olacağım, buz olacağım, kör olacağım beklide…


“Dudaklarımdan kaydırdım kutsal ismini..”


Gel uyut beni, ya da gel uyandır.. Gel uyandır gördüğüm her neyse gözlerimin içindeki..

Kar yağmadan gel..

Beyaz olmadan olmadan gel rengin…
nslh@n

bil..

Eşit ve adil bir düzenle düşerken yağmur toprağa, sen bilerek açık bıraktın camları ardına kadar.. Esen rüzgar sildi mi tenindeki kokuyu? Kaç kişinin kokusu var kulağının arkasında kim bilir.. Var mı?
Bilerek ve isteyerek açık bıraktın camları..
Sen bıraktın..


Dilimin kemiği kırıldı..Tam buradan, şuradan ve oradan.. Tam üç yerinden.. Üç defa.. Ortasından, içinden ve kökünden.. Üç ayrı yerinden.. Kırıldı.. Ben kırdım o baktı.. Ben kırdım o sustu.. O, orda duvarın köşesine sindi. Ellerini göğsüne bastırdı.. Göğsüne bastırdı ellerini sımsıkı ve kaburgalarına.. Bir ses bekledi belki de gözlerini sağır eden.. Oysa mezar gibi sessiz, mezar gibi soğuk ve yalnızdı arka oda.. Arkada ki oda ve ışıklar yanmıyordu.. Sonsuz bir karanlıktan ibaretti zaman.. Sen gibi.. Senin gibi.. Şimdi ben gibi..



Pencerenin dışında mavi bir ışık, sokağının bir ucundan öbür ucuna gece yarısı ağlıyordu..
Gece ağlıyordu.. Gece yarısı ağlıyordu.. Ben ninni söyledim, o uyudu.. Dizlerime yatırdım onu.. Ayakları üşümüştü ısıttım ellerimle..Isıttım ve ninni söyledim.. O uyudu ben ninni söyledim saçlarına.. Uzaktı ama yakındı.. Şah damarım kadar soğuk ve keskin.. Oradaydı.. Ben değildim.. Ama yakındı, damarımda, şah damarımda.. Soğuk bir dağ gibi.. Uzaktı aslında.. Ben ninni söyledim saçlarına o uyudu.. Geceydi ve gece yarısı ağlıyordu mavi ışığın altında…



Sonra hava açtı, güneş vurdu, gece bilerek açık bıraktığı camlardan.. Kuzeyden esti rüzgar ciğerlerini lime lime parçaladı.. Sızıyla gözlerini açtı, küf kokulu sabaha.. Hala dizlerimdeydi.. Ayakları ellerimde.. Parmakları avuçlarımda..
Çayırlar pusa sarındı.. Sımsıkı sarıldı.. Günü bekleyen uzak höyüklerin gölgeleri, yarların kara çizgileri, küçük tepelerin gölgeleri, gölün kenarındaki söğütlerin elleri, üşüyen çakıl taşları, gri bir sisin içinden susarak belirdi.. Sen gibi.. Senin gibi yani.. Şimdi benim gibi..



Kalkmalıyım yerimden şimdi.. Mutfağa geçmeliyim.. Kapıyı açmalıyım ve bir kahve yapmalıyım kendime.. Bir kahve yapmalıyım.. Sensiz çay içemiyorum.. Tadı yok beş çaylarının, gece çaylarının, ya da ne bileyim aslında bir saati olmadı ki çayın.. Çay içmemiz için bir saate bir nedene ihtiyaç yoktu aslında.. Var mıydı yoksa? Her neyse şimdi bir kahve yapmalıyım kendime ve mutfağa geçmeliyim kısa ve dar sofada yürümeliyim..
Dönmemen gerek aslında ama dönmelisin..

Biliyorsun değil mi?
nslh@n

18 Kasım 2007 Pazar

kabul..

Bir yerden bir yere, oradan buraya, buradan oraya, bir şehirden diğerine, diğer şehirden buraya… Bir yerden bir yere gitmedikçe, gidemedikçe geçen günler uzun, geçen günler renksiz, soğuk ve geçen günler yorucu geliyordu “O”na.. Bir yerden diğerine.. Diğerinden buraya.. Tam buraya. Tam oraya.. Buraya aslında..

Sessizliğiyle ruhumu kazıdı kemiklerimden ve ben koşulsuz sustum ve ben teslim oldum yaprağın rüzgarda savrulan kaderine.. Geceye ve yağmura.. Duman kokan ellerine..
İçinde, en koyu yerinde avaz avaz bağıran edepsiz bir adam, basit ve düzensiz ömrünün o denli hızla geçip giden yıllarını düşünüyordu.. Saatlerce önünde duran soğumuş, bayatlamış bir fincan çaya bakarak ellerini bacaklarının arasına alarak.. Dişlerini sıkarak, gözlerini yumarak ve burnunu çekerek

“Düşünüyordu”


Henüz morarmadı vücudum, gövdemde, buğday rengi tenimde, sol baldırımda dizkapağımın hemen arkasında sıradan izler var sadece.. Dikişlerinden söküldü, dar gelen yüzüme gözlerim, kulaklarım ve dudaklarım.. Yok, hayır, henüz morarmadı vücudum.. Henüz değil, şimdi değil, daha değil.. Önce kanım donmalı damarlarımda, sonra yavaş yavaş ve sabit bir düzen içerisin de çekilmeli içimde son damlasına kadar kanım.. Hala ılık buğday rengi tenim.. Hala ılık..
Aramadım, sormadım, bağırmadım ve ağlamadım.. Yalvarmadım, konuşmadım, beklemedim kar yağsın diye.. Pek çok varsayımın arasında sıkışıp kalırdım belki de, o düzlükte, o anda ve o zamanda.. Kalırdım belki de seninle, sarılırdım boynuna ve koklardım evde olsaydın eğer...
Yıkardım, tarardım saçlarını, okşardım belki de..



Aramadım, arayamadım ve aramamalıydım.. Senin, alışkanlık dediğin şey benim içimde adı olmayan bir renkti sadece.. Anlatamadım, anlatamazdım ve anlatmamalıydım.. Senin alışkanlık dediğin şey benim içimde bir zamandı sadece..

Bir daha sorma bana!! Bana sorma bir daha!!
Aslında bildiğim ve aslında senin de bildiğin cevapların sorularını sorma bana..
Onların ısırdığı yeleri ben öptüm..
"Sadece öptüm.."

Ve ben koşulsuz sustum ve ben teslim oldum yaprağın rüzgarda savrulan kaderine.. Geceye ve yağmura.. Duman kokan ellerine..

17 Kasım 2007 Cumartesi

onlar...

Terk edilmiş bir köy gibiyim. Tüm evleri boşaltılmış kaderine terk edilmiş, gece oldu mu köpeklerin sığındığı bir köy gibi.. Camlarım kırık, kapım kitli.. Kim bilir en son kim vurmuştu kara kilidi üzerime..

“Kapılarım kitli..”

Ve duvarlarımda rutubet kokusu, öyle keskin öyle ıslak.. Beynimde; beynimim tam içinde en derinde, en dipte ve en kuytu karanlıkta, gözlerimden giren damarlarımda ilerleyen tahta kuruları kemiriyor bana kalan birkaç yüzü de..

“Bu sesten nefret ediyorum..”

Geldiler.. Çizdiler.. Emdiler kanımı.. Öptüler.. Vurdular sol omzumdan, kıvırcık saçlarımın değdiği en son noktaya mührü.. Sustum.. Sessizdim.. Sesim yoktu benim.. En son gelen köpek uluyarak almıştı sesimi iliklerimden..

“Onlar geldiler ve gittiler…”
…….

Simsiyahtı gözleri, simsiyah.. Siyahın en koyusu.. Siyahın en dibi… Gözbebekleri kocamandı.. Gördüm!! Korku yoktu, dehşet yoktu gözlerinde ama kaybedilmiş bir zaman vardı.. Kaybedilmiş bir zaman.. O oturdu karşıma, ben oturdum karşısına.. Karşı karşıya ve yüz yüze, soğuktu akşamdı ve Ekim’di.. Ben konuştum O dinledi, ben konuştum O gülümsedi, ben konuştum O çayıma şekeri katıp geldi, şekerimi karıştırıp geldi.. Oturdu karşıma ve ben oturdum karşısına.. Sormadı, sormadım… Ben anlattım O dinledi.. Öldürdüğü “peki” leri hortlattı, topraktan çıkarttı üzerini temizledi ve ben konuştum O “peki” dedi..
Oturdu ve bana baktı.. Bir hayvan gibi, keskin koku alan bir burnu ve küçük dudakları vardı.. Simsiyah gözleri ve esmer parmak uçları.. İçinden geçenler gri duvara vuruyordu.. Gölge gibi.. Onun gibi yani.. Gölge gibi.. “Evet her şey olması gerektiği anda olması gerektiği gibi ama şimdi değil, böyle değil, bu şeklide değil ve bu biçimde değil. ”

Oradaydım.. İçeride, o odada ve o koltukta.. İçerideydim ama onun dışında,. İçimdeydi ama dışımda.. Soğuktu, geceydi, gerçekti ve Ekim di.. Sert bir boylam, renksiz bir enlem ama kesin bir saat düzeni içinde.. Ne içeri ne dışarı.. Ben anlattım O dinledi..

…………..

Gerçekti.. Ve kaybettiği bir zaman vardı.. Yardım istemiyordu.. Yardım istemedi.. İstemedi..
“Adil olmasın”
İstediği ama beklemediği renksiz bir adaletti..
Ben oradaydım.. O koltukta ve karşısında.. Ben konuştum O dinledi… Ve O na anlattım;
Geldiler.. Çizdiler.. Emdiler kanımı.. Öptüler.. Vurdular sol omzumdan, kıvırcık saçlarımın değdiği en son noktaya mührü.. Sustum.. Sessizdim.. Sesim yoktu benim.. En son gelen köpek uluyarak almıştı sesimi iliklerimden..

“Onlar geldiler ve gittiler…”

Dedi ki; “PEKİ”

“Susam biriktirdim ceplerimde”

Sadece bir simit ve sade gazoza yetecek kadar harçlık verirdi annem, ben okula giderken.. Mavi önlüğüm cebinde saklardım ilk tenefüs ziline kadar.. Hatırlıyorum da param hala cebimde mi diye bilmem kaç sefer bakardım cebime.. Evet bugün gibi hatırlıyorum.. Burnum hatırlıyor ve küçük ellerim…
Sonra ilk tenefüs zili çalardı, ben bir simit ve bir sade gazoz almaya giderdim.. Hiçbir zaman tam bir simiti yemeyi başaramadım.. Gazozumda yarım kalırdı... Simiti iki elimle böler, diğer yarısını cebime koyardım.. Sonra akşam olup eve gittiğimde, üzerimi değiştirirken susamlar yerlere dökülürdü ve annem her zamanki gibi söylenirdi;

“susam biriktirmişsin yine ceplerinde”

“Susam”

Aslında hiçbir zaman simit yemeyi sevmemiştim ve ceplerimde susam biriktirmeyi istememiştim.. Annem bana sadece bir simit ve bir sade gazoza yetecek harçlık verirdi..
Ve annem her zamanki gibi söylenirdi;

“susam biriktirmişsin yine ceplerinde”
.........

“Susam biriktirdim ceplerimde”

Ve kırmızı yıllar, uzun yollar biriktirdim.. Tenimde tenler, burnumda kokular, kulağımda isimler biriktirdim.. İnsanlar geldi gitti, yemek yedik çay içtik.. Atladım bir otobüse, ben gittim bir yerlere... Güldük, konuştuk, öpüştük…

“Darbe”

Darbe.. Hiç şaşmayan isabetli darbeler oldu hayatımda.. Her defasında cebimden çıkardım ve çekmeceye koydum hepsini.. Siyah ipliklerle diktim birbirine..

“Yoruldum”

Aslında hiçbir zaman simit yemeyi sevmemiştim ve ceplerimde susam biriktirmeyi istememiştim.. Annem bana sadece bir simit ve bir sade gazoza yetecek harçlık verirdi..
Ve annem her zamanki gibi söylenirdi;

“susam biriktirmişsin yine ceplerinde”

13 Kasım 2007 Salı

Yağmur bu şehre yakışmıyor..


Sevmiyorum bu şehri.. Bu şehre ait sokakları ve sokaklardaki lambaları.. Sevmiyorum...
Yağmur bu şehre yakışmıyor..
Islak asfalta basarak yürüdüm dün gece.. İntihar ediyordu gökyüzü ve ben ağlıyordum.. Sokağının başında durdum öylece, derin bir nefes aldım.. Işığının yanıyor olmasını diledim Tanrıdan.. Dudaklarımdan döküldü aylar sonra bir dua..
"Lütfen Tanrım lütfen ışığı yansın.. Lütfen ığışı yansın.. "
"Lütfen"
Geldim.. Yağmur yağıyordu sokağına, gökyüzü intihar ediyordu sahibi olmayan gece de ve ışığın yanmıyordu.. Kapına dayadım burnumu "belki uyuyordur " dedim içimden "ışığı söndürmüştür bu yüzden"..
Ve ben burnumu dayadım kapına "çay kokusunu duyarım belki " dedim "içerdedir belki bir mum yakmıştır" dedim..
Kapında kaldım.. Yağmur yağıyordu bu şehre ve aslında yakışmıyordu .. Işığın yanmıyordu, çay kokmuyordu ve sen yoktun bu şehirde..
Yüzümün yarısı çocuk yarısı kadındı dün gece.. Çocuk korkmuştu ıslak gece de sokağın sonundaki karanlık adamlardan, kadın üşüyordu.. Çocuk kapında büzüldü kaldı, kadının dudakları titriyordu.. Çay kokusu gelmiyordu küçük evinin kapısından ve ışık yanmıyordu..
Ölmeyi bile beceremiyorum, ve sonu gelmiyor bir türlü rengi olmayan ........ sınırın.. Ellerim kanıyor ıslak tellerini tutmaya çalıştıkça.. Yoksa ben ister miydim her yerim kan koksun, leş gibi.. Ben ister miydim basitçe sıralanmış kelimelerin ardına saklanmayı.. Gırtlağıma kadar kan yuttum.. Tek yapabildiğim bu.. Ölmeyi bile beceremiyorum..
nslh@n
..................
"Bir mumdan olmalı ölümün, gözlerin gibi bilge bir çocuktan...
Çünkü kaybederek büyüdün sen, hep bir veda halinde sevdin, hep bir sevdaya hazırladın geleceğini...
Oysa bir yaprak gibi düştü önüne kaderin,
Çocukluğundan biliyordun, çok sevince boşluğa açılan bir kapı oluyordu hayat.
Yaşlı çocuk... Çocuk bilge...
Öyle çok seviyordun ki, yangından ilk önce kendini kaçırıyordun, kim olduğunu bilmeden...
Sonra odanda sürüyordu bitmiş aşkların o hüzünlü ateşi..."
Cezmi Ersöz

8 Kasım 2007 Perşembe

geç kaldı...

Sahipsiz bir güne iliştirilmiş gecede öptü ateş buzu..
Acı bir nefes bıraktı dudaklarına..
Bu bir intihar!!
Bulutlara dikmişti yağmurları kadın gümüş bir iplikle.
Gelişi güzel döşedi kelimeleri iki basamak merdivene..
Koynuna bıraktı tüm renkleri bir seferde..
Ve her defasında geç kaldı…

7 Kasım 2007 Çarşamba

Ve sana seslendim..

Duy(ma)dın ..

Oysa seni şiddetli bir savaşa davet edecektim az önce.. Kendi elimle verecektim ellerine kılıcı.. İki tarafı keskin iki tarafı parlak.. Gece yarısı kurulan pusular, kanlı tuzaklar, ani baskınlar olacaktı.. Ellerim parmak uçlarınla savaşırken, ben dudağında derin izler bırakacaktım.. Belki esir düşecektim.. Saçlarınla kırbaçlayacaktın elimi, yüzümü, göğsümü, sırtımı.. Ve gamzemin tam ortasından sızan kanla beslenecektin..

” Her şey adil olmalı” demiştin bana…

Az önce sana seslendim..

Duy(ma)dın!!!


………..


Hangi masalın kahramanıydın sen ve hangi masalda tecavüze uğramıştı benim düşlerim.. Hangi masalın karanlık zindanına hapsetmişlerdi seni..

Polyanna denen kız masumiyetini kaybetti.. O bile inanmıyor artık kendi söylediklerine.. Aslına bakarsan başından beri yalancı bir fahişeydi o .. Bir parça mutluluk vaat etti yalandan en uyduruk tarafından ve herkes inandı bu masala..
Söylemiştim sana bazen her şeyi olduğu gibi kabul etmek gerek..
Yalan söylediğinde Pinokyo nun burnunun uzadığı da yalan.. Beyaz atlı prensin pamuk prensesi öptüğünde dudaklarından, uyandığı da yalan. Alında pamuk prenses hiç uyumadı ve aslında bunu beyaz atlı prens de biliyordu.. Sende biliyordun.. Her şey kurgu her şey yalan..
Pamuk prenses korkaktı, beyaz atlı prensi öpmeye cesaret edemeyecek kadar aciz ve prens koca bir budalaydı, bu basit oyuna alet olacak kadar aptaldı…
………..

Ve sonra ömürlerinin sonuna kadar MUTLU yaşadılar.
…………

Ve sonra gökten üç elma düştü…

Biri çayına, biri camına biride yatağına..

nslh@n


6 Kasım 2007 Salı

saat kaç?

Yine akşam oldu.. Ellerim soğuk yüzüm karanlık..
Lanet olsun, lanetler olsun sayısını bilmediğim bilemediğim kadar olsun, ol........
Işıkları söndürdüm yaktım geceyi.Ama sen uyuma bu sefer.. Kapına avuç içimi uzattığımda ve "O"rada(mı)sın diye içim içimi kemirdiğinde sen orada ol..Sonra ben o koltuğa oturayım ve "sus"ayım.. Sen mutfağa git ve bu sefer farklı birşeyler yap oradan dönerken.. Mesela o sefer şekerini koyup karıştırma çayımın.. Sen mutfaktayken ben saçlarımı düzelteyi(m)..Rujumu tazeleyi(m)..
Sonra sarılma mesela bu sefer bana öyle, kemiklerin kemiklerimi sıkıştırmasın köşede.. Göz kapaklarımda bıraktığın nefesi geri al bu sefer mesela.. Ben "sus"ayım sen konuş bu sefer.. Sonra mesela kalmalısın deme o sefer "git" de bana..
Ya da boşver.. Unut hepsini..

Sanırım ağzım yırtıldı, konuşup duruyorum kendi kendime sayıklıyorum senin tabirinle..
Sanırım ağzım yırtıldı..Yama zamanı.. Bir iğne bir de iplik..Mümkünse rengi olmasın iplerin.. Dudaklarımda izi kalmasın..
Saat kaç sahi? Sahiden saat kaç?
Sanırım vakti geldi..
Sanırım özledim..
Sanırım sen bunu biliyorsun...
Sandığımı sandığını biliyorum sanırım..

yazmıyoru(m) demediki..

Bak ne diyorum.. Hımm hani diyorum öle hissedersin ya kendini ya da öyle olmasını umut edersin..Yani demek istediğim aslında.. Başka birinin yazdığı cümlelerde bulursun ya bazen kendini ..
Ya da bulur (m)usun ? Bilmiyorum..
Ben bul-dum..
Kimbilir belkide bulduğumu sandığım şey sadece "san"ılardan ibaret herhangi bir zaman dilimine sıkıltırılmış öylesine sokuşturulmuş bir andı..
Aslında uzun zamandır biliyorum ben, gökkuşağının topraktan çıkmadığını ve altından geçince tüm dileklerin gerçekleşmediğini ve hiç bir şeyin değişmediğini.. Ve aslında bebekleri leyleklerin getirmediğini de biliyorum..
Ve biliyorum ki senin rengini kapatacak başka bir rengin olmadığını..
..........
Uzanmaya ihtiyacım var, yan odadaki yer yatağına.. Perdeyi kapatır mısın lütfen ve üstümü örter (mi)sin?
Uykusuzum..
Tıpkı günlerdir renksiz olduğum gibi..
Günlerdir zıbarıncaya kadar sabahlıyorum.. Gözlerim kırmızı.. Senin bana yumuşak ellerinle verdiğin "gevur yapıyor işte" dediğin ve bana uzattığın çayları demleyip içiyorum sabaha kadar..
Dün gece vanilyalıyı demledim. Sen kokuyordu oda.. Senmişsin gibi aldım içime.. Sıcaktı, tatlıydı rengi koyuydu.. Demliydi ve sertti.. Dün geceden kalmayım, ağzım hala vanilya kokuyor ellerim sigara...
Bu arada sadece "sus "tu kadın yazmıyoru(m) demedi ki..

tık...

Ve sonra "olur" dedi adam..
Ol-du..
Kadın "sus"tu..
Her şey olması gerektiği gibi olması gerektiği anda oldu..
"Olur" dedi adam..
Ol-du..
Kadın "sus"tu..
Orada durursun gözlerin kapalı ve herşeyin daha basit daha sıradan yaşanmasını düşlediğin bir kapı ararsın.. Böyle bir kapı var mıdır, olmalımıdır yada kapı açıldığında içerideki oradamıdır diye sorarsın kendine.. Belki kapı oradadır da sen görmezlikten gelirsin ya da görürsünde çat kapı çalamazsın kapıyı... O kapıyı açmak için elini uzatman yeterlidir.. Sadece bir "tık".. Oradaysa açacaktır..
Sadece bir "tık"..
Ama seni esir almıştır bilinmeyen ve aslında bildiğin ama bir türlü bilmek istemediğin, "peki" deyip geçiştirdiğin her kelimede kapıdan bir adım uzaklaşırsın.. Aslında "O" kapının arkasındadır, kapının diğer tarafındaki kokuya ulaşman için elini kaldırman yeterlidir..
Sadece bir "tık"...
.............
Ve sonra, ben oradaydım.. Elleri yumuşaktı iki fincan çayı kavrıyordu parmakları.. Biri benim diğeri "O"nundu.. Gri duvarlara yansıyordu saçlarının gölgesi... Hava serindi ve üşüyordu.. Aramızda rengi belli olmayan bir karış mesafede ince bir sınır vardı..
Gü-lüm-se-di..
-Bir çay daha?
-Aaa evet lütfen..
Elleri yumuşaktı ve saçları..........
Bak boş bıraktım yine, sen en uygun kelimeyi yazarsın diye..
Yazar (mı)sın?
.......
-O halde susmalıyım
Ve sonra "olur" dedi adam..
Ol-du..
Kadın "sus"tu..

...........boş bıraktım

Hiç bir şey tesadüf değildi.. Herhangi bir tesadüf olamayacak kadar garip bir düzen içerisindeydi her şey, fakat herhangi bir hikaye olmaktan kurtulamadı yinede……
Ben yerleştiremedim adının boş kaldığı yerlere, sana benzeyen kelimeler… Bu yüzden süslemeye çalıştığım tüm cümlelerde noktalama işaretleri vardı…Sen istediğini yaz şimdi oraya… Her hangi bir yere her herhangi bir kelime…

Ya da yazma.. Boşver.. Yeterince yorgunsun zaten, üstüne üstlük boğazında ağrıyor..
Aklımdayken sobayı kurmalısın.. Belki bir poşet kestaneyle gelebilirim ansızın..

5 Kasım 2007 Pazartesi

"bul"amadı..

Dar zamanların içine gizlemişti aşkı.. Kim bilir belkide kendi rengine boyamıştı.. Kimseler görmesin kimseler bilmesin diye.. Kaybettiği bir "zaman" vardı.. Kaybettiği bir za-man.. Aslında kendi beyninin kıvrımlarında hızla ilerleyen ve parmaklarından süzülen kelimelerin toplamında eziliyordu kurduğu tüm süslü cümleler..
.....................

Birden fazla düş vardı gri duvarların arkasına sakladağı.. Sıcak bir yaz günüydü duvarları boyadığında, herkes şikayet ediyordu, sıcaktı ve terlemişlerdi.. Bir eliyle yazdı duvarlara düşlerini diğer eliyle boyadı.. Gri bir duvarın arkasındaydı şimdi buza kesmiş düşleri..
Sıcaktı ve şikayet ediyorlardı..
"O" sadece gülümsedi..
Sadece gü-lüm-se-di..
..............
Noktası konulmuş bir cümleye zoraki virgül eklemeye çalışıyorum.. Biliyorum.. Virgülden sonra gelecek hiç bir kelime değiştirmeyecek kaybettiği zamanı.. Ya da ünlemler şaşırtmayacak "O" nu asla ve tüm soru işaretleri cevapsız kalacak..
O halde?
O halde bu vakit susmalıyım.. Ben "sus" malıyım..
...........................
Ve ben sınırları ihlal ettim.. Düşman topraklarında ruhumu kazıdı bedenimden... herşeyi ve hiçbirşeyi silip attı, izinsiz, sualsiz mesken tuttu benliğimin orta yerine sureti. İçime akıttı tüm soğukluğunu.. Üşüdüm..
Belkide kaybettiği zamanı arıyordu en karanlık yerlerimde..
"Bul"amadı..
Ben sadece bir andım belkide yarım kalmış birşeylerin arasına karışan..
"Bul" amadı...
......................
Biliyor musun? Daha sık bakıyorum aynalara.. Her gün derin bir hal alıyor gözlerimin altındaki çizgiler..

4 Kasım 2007 Pazar

İyi geceler desem, gecen iyi geçer mi?

Önce bir sigara yakmalıyım..evet bunu yapmalıyım..önce bir sigara yakmalıyım..
İlk nefes…
Her zaman işe yarar..
Geceler uzun ve geçmiyor zaman.. Bir şeyler yapmak lazım.. Mesela erkenden yatmalıyım beklide bu gece.. İçimde konuşan kocakarıyı susturmalıyım..
Sarılma bir daha öyle bana ve su vermeyi unutma.. Biliyorum ihmal etmezsin ama yine de hatırlatayım.. Bakma sen bana , kadınsal dır dırlar işte..
İyiyim ben merak etme.. Sadece düşünüyorum…

Sınırlarımı..

Sınırlarını..

Nefesin hala gözkapaklarımdayken benim, bir sınır çizebilir miyim aramızdaki bir karış rengi belli olmayan mesafeye?
Ya da çizilmiş sınırlara parmağımın ucuyla dokunsam ???

………………


-Nasılsın?

-Bilmiyorum..Cevabı sende olmalı..

-Peki..

…………….

Onun söylememi beklediği şeyler bunlar değildi, biliyorum... Benzer öykülere sahip bile değilken ve bir geceyi bile paylaşmamışken, yanında uyumamışken, “günaydın” deyip günü aydın olmamışken ve ben rengini çözememişken hala, ne olduğumuz sanrısıyla kaybolmuşken gecenin karanlığında, müşterek kahırlar savurmayı, birlikte yanıp birlikte sönmeyi istemiyordu şüphesiz...
Kimdiler, neydiler, neden yaptılar gibi bir yığın soru sormalıydım ben ona ki gırtlağında kalan cümleleri bir seferde kusabilsin.. Ben de ah etmeliydim vah etmeliydim..Yangına körükle gitmeliydim..

……………
İyi geceler desem, gecen iyi geçer mi?

3 Kasım 2007 Cumartesi

sobe - len - dim...

Masa örtüsünü yıkamalısın ya da yıkatmalısın.. Geçen yediğim"miz" pastanın kreması bulaşmış ve sigara külleri.. Kararını sen ver artık.. Kararını sen ver.. Evet sen vermelisin bunun kararını.. Ya yıka ya yıkat.. İyi bir temizlik lazım.. Kış temiziliği misali.. Camları açmak lazım camları açmak.. Havanın çok temiz olduğunu söyleyemem ama sende biliyorsun sana da söylüyorum "yağmur..yağmur..yağmur" diye... Yağmur yağacak günlerce.. V e sen söyledin pazar günü kar yağacak.. "Beyaz" Beyaz olurmu dersin her yer? Beyaz olurmu? Eğer yağarsa camları açmalısın.. Evet camları açmalısın.. Masa örtüsüne krema bulaşmış ve sigara külleri.. Gördüm.. Ben gördüm.. Yıkamalısın ya da yıkatmalısın.. Sende biliyorsun bunu...
Bir elimde fesleğen diğer elimde çayın kokusu.. Yüzüm önüm arkam sobe.. Her yerim sen kokuyor.. Sobe ..Yoksa arkamda mısın?
Sobe-len-"dim"..
Aklımdayken sobayı kurmalısın.. Kış soğuk geçecek.. Gecelerde uzun artık..
Ve unutmadan su vermeyi unutma....

1..2..3...tıp..

soluk
Bir soluk almak, solgunluğa bakmak ve sonradasında soluklaşmak..Kaybolmak ve yavaş yavaş belirmeye başlamak, giderek netleşmek..Ama illa ki durup bir soluk almak.. Sakinliğin sukunetle el ele verdiği bir mavi tonda ölümü dinlemek, ona gülümsemek ve yaşama elini uzatmak, el ele vermek ve sonrasında sukuneti sakin olmayan bir şekilde uğurlamak.. Sadece soluklanmak soluklaşmadan..
...........................
kahinler hala yalan söylüyor...
büyücüler yalancı.
.gece güneşten korkuyor...
hepsi bu..
......................
??
Kehanetler bir kahinin ağzından dolaysız direk çıktığı zaman, büyüleyici herhangi bir olayı bir büyücü gercekleştirdiği zaman o an, kıyamet kopmaları birer cennet, cennetler birer kıyamet yerine dönüşmez mi? Rüyaların ters yüz bilgiler verdiği, bazende olduğu gibi yorumlanan yani aslında öylesine anlam bicilen kurgular içinde ne kahin nede büyücüler önem taşır.Öyle mi gercekten? neden bir kahin yada büyücü..neden karanlık çağın mucit ve keşifsel özellikleri tanrısallaştırılıyor ve neden biz bunları özlüyoruz..istediğimiz ilkellik!!! yani mutluluk, yani doğal olanı istemek, yani inanmak istediğimizi kendimize kanalize ediyor ve mutluluğun kalbe düşmesini bekliyoruz..acaba? gecenin güneşten korkması olayı; aydınlığın merkezi karanlık iken neden gece güneşten korksunki..öyleyse gece kendi özünü unutmuş.karanlık güneşe anlam bicen tek bicimdir..her ikiside boşluğun bir parcası..her ikiside aynı halta hizmet etmekte..boşvermeyi deneden mi hiç...Hiçliği sınadın mı boşlukta...biraz soluklan.."tamam her şey gecti, her şey yolunda" demeyecek belki hiç kimse..ama sen bileceksin ama önce soluklan...
....................
soluk aldım..
"soluk" landım..
"soluk" bir nefes aldım içime..ciğerlerime ..üşüdüm.. yerimde saydım üç kere... arkamı döndüğümde çoktan sobelenmiştim..
"sobe"lenmiştim..
haberin varmıydı?
....................
Sobelenmek kader gibi bir şey..doğduğun an sobeleneceğin hüküm giyer ve buna yaşam döngüsü deriz..oysaki her bir kesitte bir sobe lenmek bekler... Bana yalan söyletme, cünkü bilmiyorum görmüyorum duymuyorum..senin acını anlamam olanaksız..
herkes yalnız ölecek...
...................
beklemek
"BEKLEMEK?" güldürme beni şimdi..maskemi dün gece onun yatağında unuttum.."gül"ümseyişim onun yastığında kaldı..yastığının altında...yani yorma beni..yani gidip alamam oradan, yani elimi yastığın altına sokamam..elimi yastığın altına sokamam...yani bu yüzden güldürme beni:) maskem yok bugün..sadece bilmelisin "beklemiyorum"..sen de bekleme ...bilmeni umut et"mi"yorum..yada anlamanı..sende bekleme... "ölüm" sana soğuk bana sıcak...hangi toprakta,hangi yağmur damlasıyla sevişir bilmem..bilmem,bilemem ama..ölüm bana sıcak,bana kalabalık,bana sesli,bana renkli...sana soğuk "kara"nlık gibi..
......................
Öfke kokusu
Yargıc değilim, yargılarla aram iyi değildir, yargılanmak ise benimle aynı minderde oturamaz, kalkar giderim... Ölümün varoluşun vazgecilmez ve en kutsal parcası olduğunu hisettiğimden yorum bile yapmaycağım, çünkü buraya sığacağını sanmıyorum..Rilke yi çok severim, ölümün dili olan bir insandır...Susmak düşsün bana.. Gelelim şu an okurken hisettiklerime; çekilen her acı istenen gizli bir acının cekirdeği üzerine kabuk bağlar.. bağımlılık kavramı cercevesinde sıkışan bir acı.. hazla karışık, biraz güç veren ama illaki özünü koruyan bir oluşum... Annem yabancılarla konuşma derdi klişesi üzerine en çok yabancılara meyil vermemizdeki acıklama herşeyi sunar..tanımadığım birine daha fazla güvenirim derken rahat olmanın verdiği hafifliğini yaşamaya çalışarak kendimize yeniden diş geciririz.. Bir arpa boyu yol almamışızdır aslında, sadece biraz daha uzağa gözlerimi yönlendirmişizdir yerimizde kalarak...Gördüjklerimiz yeni, özel ve bana göre deriz...
aman dikkat....
........................
"DİKKAT" neye dikkat?
kime dikkat?
ne kadar dikkat etmem gerekli?
biliyormusun ben aslında soru sormam..sorular yorar insanı bu yüzden hiç bişiy sorulmamış say... peki...o halde...sormadım say..okumadın say..görmedin "say"....
biliyorsun..
bildiğini biliyorum...
sende bil bildğimi..
.........................
1...2...3...tıp... sustum....