20 Kasım 2009 Cuma

özlemek diyorsun

özlemek diyorsun sevgili,
özlemek!
Sen ne biliyorsun ki,
özlemek diyorsun…
İçine düşen her saat tıkırtısında
ve gecenin duvarlara üflediği soğukta
kaç cinayet işleniyor dışarıda.
Sen biliyor musun sevgili?
Üzerine ölü toprağı serpilmiş kadınların saçları
ve tenleri ve diz kapakları,
gözlerinin akları leş kokar da
şehirlerce uzakta
kıyamet derler buna…
kıyamet ha koptu ha kopacak...
Sen ne biliyorsun sevgili?
Savaş alanlarında
kopan ellerinin arasında
kalbini tutan adamlar gördüm ben
hala atıyordu üstelik…
Özlemek diyorsun sevgili,
özlemek!
Sen konuştukça
sözcükler yoruluyor aslında,
mevsimler olmadık zamanda değişiyor,
bir adam sendeliyor kaldırımda
sarhoş mu? virane mi? deli midir yoksa…
“kış” mı dedin?
yoksa “koş” mu?
nereye koşayım sevgilim?
burası kış. gideceğim topraklar da.
dinlemiyorsun efendim
bilmiyorsun da…
özlemek diyorsun…
özlemek!
“özlemek” benim çıplak ayaklarımda
itelediğim yokluğun
ve özlemek, senin ağzında yuvarlanan bir boşluk...
“martılar” mı dedin?
evet onlar bilirler bunu
kaç İstanbul gecesinde
karşıdan karşıya geçirdiler vapur dumanlarında
ve pencerenin önünde öldüler…
köprü altlarında birkaç fahişe bilir bir de bunu
isimleri yoktur onların
gece olunca kırmızı olur adları
kimse bilmez içlerindeki alevdendir renkleri
yandıkça yanarlar… kavrulurlar da
pis ciğerli adamlar kusturur yedikleri son lokmayı da..
bilmiyorsun efendim… anlamıyorsun da üstelik.
özlemek diyorsun....
sen ne biliyorsun sevgili
neslihan öncel/ oda
kasım 2009

17 Kasım 2009 Salı

rengi olur mu rüzgarların...


düşleri büyüyen bir çocuğun eli
elin de ipi bir uçurtmanın
saldıkça içinin iplerini
uzaklaşıyor şehirler


rengi olur mu rüzgarların
döndürür mü kaderi
okşar mı omuzlarını
adı söylenemeyen sevgilinin


dizleri ağrıyor bu sokakların
kaldırımların ve taşların
düşler büyütüyor bir çocuk
sana ulaşamayan masallar yazıyor içinden...

neslihan öncel/düş

kasım 2009

13 Kasım 2009 Cuma

Bildiğim...





“Konuşursan kaybederim kendimi.

Dokunursan üşür rüzgarlar..

Kaybolurum !”






Senin düşlerin bunlar

Kimselerin göremediği

Bildiğim...

Arka bahçen de sakladığın kelimelerin...

Suya yazacaksın adımı

Tüm sessiz harfler savrulacak rüzgarla

Okyanuslar yanacak





Yeterdi aslında uzaktaki varlığın. Bir kıta keşfedebilirdim ve kaybedebilirdim yollarını. Silerdim ayak izlerini nehrin kıyısından ve zamanı tersine çevirebilirdim. Seni saklayabilirdim uzun kış geceleri sıradan birkaç cümlenin içinde. Isıtırdım. İsteseydin... Oysa, senin anlatamadığın bir söz oldum ben. Konuşsaydın belkide kırılırdı aynalar. Bu yüzden susmalısın aslında. Acelesi var kışın. Kar yağacak!!!



neslihan öncel/ adam

13 kasım 09

7 Kasım 2009 Cumartesi

Gidersen unutacağım adını...


“Orada duruyorsun! Sakin ve dalgın gözlerle bakıyorsun dışarıdaki karanlığa. Kuşların karnından düşen göçlerde aklın. Biliyorum! Gidersen özleyeceğim Gidersen bakacağım ardından. Gidersen unutacağım adını. Gidersen...”


Sendeki sessizliği sevdim ben. Böyle uzaklara dalıp gitmeleri. Git istemedim aslında. İstedim ki, koca bir ömür hep aynı gecede karşılaşsın uykularımız. İstedim ki, bir dilim kızarmış ekmeğin kokusuyla uyan, mor menekşeli pencerenin önünde gazetelerini oku. İstedim ki, hep orada dur....
Uzun zaman oldu sana yazmayalı. Unuttuğumdan ya da çok fazla meşgul olmamdan değil. Keskin cümleler kurmayı beceremiyorum artık ve yeni bir sabaha gülümsemiyorum eskisi gibi. Yaşlanıyorum.
Daha fazla konuşuyorum kendimle. Her gece uzun rüyalar görüyorum. Bir uçurumun kıyısında ağrılı bir rüzgar vuruyor dizlerime. Öylece duruyorum. Kuduruyor deniz. Sövdükçe sövüyor mevsime. Bir martının çığlığıyla uyanıyorum alaca karanlıklarda.
Şimdi sen kışa hazırlanan bir şehirde iş çıkışları uzun yürüyüşler yapıyorsun. Kaldırımlardan inip çıkıyorsun anlamsız kalabalıklarda. Ayakkabıların su almasın diye birkaç hamle yapıyorsun sokak aralarında... Ben sonbaharı uğurlayan bir şehirde zamanı itiyorum avuçlarımla. Hayat böyle geçip gidiyor işte... Dünün izlerini siliyoruz, kaderlerimize razı... Yine gece oldu. Bir gün daha başka gecelerin uykularında aynı düşe sarılıyorum seninle..
Yaşlanıyorum....
neslihan öncel / oda
7 kasım 09

28 Eylül 2009 Pazartesi

ne acı

herkesin zehri koynunda!
çığlıklar büyütüyorsunuz...
yalnızlık oyunları oynarken

ne acı...

neslihan öncel

9 Eylül 2009 Çarşamba

yara I

.





“yaralarımız eskiydi
.
izleri tanıdık...”



yara I



yağmurlar yağıyor şehrin ağrıyan yerlerine
mor bulutlu geceler göç ediyor
yastığımın altında sana sakladığım son uyku
rüzgar panceremin önünde
sardunyalar yaprak döküyor
bir mum daha yaktım karanlığa
fitili tükenmekte
zaman bitiyor...






neslihan öncel/ yara
eylül 9/2009





.

8 Eylül 2009 Salı

Sen de orada öleceksin!!

"Birer yolcuyduk
Aynı rüzgarla savrulduk"
.
Duymuyorsun değil mi?
Bilmiyorsun da üstelik.
Bir melodinin içimde
İntihar eğilimlerini doğurduğunu.
Ellerim ölüyor sevgili...
Ve saçlarım.. ve gözlerim...
Ve sana daha anlatamadığım masallar
Tükeniyor papatyaların soyları
Şimdi soysuz martıların kanat sesleri
Seninde geceni kesmekte
Ruhun üşüyor
Hissetmiyorsun
Ve biliyorum
Sen de orada öleceksin!!!
.
neslihan öncel/bağ bozumu
eylül 8/2009

20 Ağustos 2009 Perşembe

söyle...

“hasretler büyütüyorduk üzüm bağlarında,
birazda üşüyordu ruhlarımız”


sakin bir pazar günü
alnındaki çizgilerden geçtim.
ve çözüldü sırla süslü dudaklarım...
söz,
içimde can çekişen balığın kalbi
zaman bir kum saatinin içinde
yağmurları bekliyordu.


gözlerinden,
mavi ırmaklar akarken o şehre
gördüm...
kıyıdan kıyıya vuran
garip bir yalnızlığı besliyordu ellerin...



küskün düşlerin sırtını dönerken sana
ve masum iki cümle kalmışken dilinde
gün dönerken geceye ya da gökyüzüne
sıkı sıkı tutan iki yıldız varken henüz
söyle...

çoşsun aşktan kuduran denizlerim
dalgalarım ıslatsın omuzlarını
bileklerine bulaşan sahipsiz renk olayım
nefesin kessiz saçlarımı
rüzgarla sevgili uçurumlar
sözün bağlasın çözülen dizlerimi
son adımım senin uykun olsun.

söyle...


neslihan öncel / bağ bozumu
20 ağustos 2009


18 Ağustos 2009 Salı

Ölüyorum!!!

MM için....



uzun bir mektubun veda cümleleri

sana anlatamadığım birkaç şey

havada uçuşan toz taneleri

yerdeki kırık cam parçaları

dudaklarımdaki son nefes

Ölüyorum!!!

rüzgarlı bir uçurumun kıyısında

savruluyor saçlarım

ayaklarımda sana gelmeyi bekleyen

iki kelime var

çırpınıyor ellerimdeki kuşlar

Ölüyorum!!!

kapıların arkasında saklanıyor gölgem

sessiz...

sen gidince,

unutmuş adını kaldırımlar

bir bağ bozumu

iki gün batımı

üç karanlık gece

yoksun...

Ölüyorum!!!



neslihan öncel/ bağ bozumu

ağustos 2009

14 Temmuz 2009 Salı

Herkes Unutur

.



Ateş
söner…



Garip bir kadın sesi yankılanır uzakta. Ağlamaklı.
Kendine yabancı. Yoksul yalnızlıkları anlatır
Ölü şairlere…
Böyle büyütürüz badem ağaçlarının gölgelerini
Altında düş kuran kelebeğin kanatları yaşlanır.
Sonra rüzgâr…
Sonra yağmur…
Sonrası göç.
Göç başlar hazana dönmüş dağların arkasına.
Kara bir tren olur çocukluğumuz
Usul susul geçtiğimiz şehirlerde iz kalır
Garip bir kadın sesi yankılanır uzakta.
Ağlamaklı.
Kendine yabancı.
Yarına faili meçhul yaralı geceler bırakır
Korkak adamlar.
Geçmiş olur dün. Herkes unutur.
Budur payımıza düşen.
Onu da katarız acılara
Onu da sayarız…




neslihan öncel / kafes
14.07.2009



.

12 Temmuz 2009 Pazar

hevesti belki de..





Bir hevesti belki de.

Önündeki boşluk olmak istedim.

Kekeme dilime vuran,

Geceydi kelimelerin. Uyandım.

Bir an çözüldü dilim.

Kör bir kadın gibi,

Dokunarak duvarlara, saydım.

Zaman kendini katlıyormuş oysa.

Sen, hastalıklı bir vaktin eşiğinde,

Gizlere yürürken, avuçlarken hüznü

Öyle düşleri boyarken karalara, bağlarken

Geceleri sabahlara, uykunda,

Daha çok konuştum kendimle.

İçimdeki çocukları büyüttüm.

Güneşe bıraktım düşlerimi.

Aldandım belki.

Ama yine de;

Senin kadar kayıtsız duramadım günlere

Rüzgâra karşı daha çok direndim.

Sessizliğin girdabına bırakamadım ruhumu.

Sana benzemek, zorlu bir oyunmuş.

Anladım…

neslihan öncel / kafes

12 temmuz 2009




27 Haziran 2009 Cumartesi

ANLAM

“ANLAM”


“-Her daim aranılan, anlaşılmaya çalışılan ama hiç bir zaman varılamayan, tam olarak ne anlatılabilen, ne anlaşılabilen içerik.” diyor sözlükte… Ama bıkmadan arıyoruz, sorguluyoruz ve bakıyoruz anlamsızca.

Yaşadığımız ya da karşılaştığımız durumlara bir anlam aramalı mıyız? Ya da bir anlamlandırmalı mıyız her şeyi?
İnsan kabullenmek istemese de bir anlam arıyor yaşadığı her şeyde. Bir şeylere anlamlar yüklemek istiyoruz hiç bıkmadan.
Bir fincan kahvenin, bir tas sıcak çorbanın ya da elini tuttuğumuz insanın anlamını arıyoruz vakit kaybederek bekli de. Kahvenin kokusu, çorbanın tadı, sevgilinin eli… Ânı önemsemiyoruz aslında. Sonrasının rengini, sonrasının anlamı arıyoruz. Ne yorucu…


“Dedi ki; -Hayatın kendi içinde herhangi bir anlam yoktur. Yaşam bir anlam yaratma fırsatıdır. Anlam keşfedilmez: yaratılmak zorundadır. Anlamı sadece yaratırsan bulacaksın. O çalılıkların arasında, birazcık aradığında bulabileceğin şekilde, bir yerlerde yatmıyor. O senin bulabileceğin bir taş gibi orada durmuyor. O senin besteleyeceğin bir şiir, söylenecek bir şarkı, edilecek bir danstır. Milyonlarca insan, ‘anlamın keşfedilmesi gereklidir’ gibi son derece aptalca bir fikir yüzünden anlamsız hayatlar yaşamaktadır. Anlam (SENSİN) aslında. Anlam, senin gözlerin... Anlam, senin bir gülümseyişin... Anlam, hala şaşırıyor olman bazı şeylere. Hayat senin bakışınla anlam kazanır. Ya sadece bir noktayı görürsün, hayatın akı p gider, sen farkına varmazsın. Ya da görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın. Akı p giden zamanın anlam kazanır... Hayatının anlamı, senin baktığın yerdedir.

- Peki,dedim.



... "kış ikindisinin evinde "n

"anlam, hastalanmış bilincimizin yarattığı
bir aldanışın ismidir çünkü."


Peki, o halde neden söylüyoruz o şarkıyı? Ve neden daha güçlü çıkıyor sesimiz nakaratını söylerken?

“Bu sabahların bir anlamı olmalı” mı?




neslihan öncel
2009 26 haziran

23 Haziran 2009 Salı

...

ölmeden önce... ben
duyabilseydim keşke. beni
sevdiğini...

17 Haziran 2009 Çarşamba

.: yara:.

Sözlerin düzensizliğinde

Yürüyorum.

Patika bir yolun kıvrımlarına

Bırakıyorum

Sana söylemediklerimi

Bildiğin diyorum. İsteyerek

Hatta unuttuğun adımı…

Geride kalan adımlarımda siliniyor

İzlerin... Ardımda koca bir deniz

Kayboluyorum.

Uzakta bir martının çığlığı

İçimin boşluğuna çarpıyor. Ah!

Bilmiyorsun…

Yükseliyor başımda yağmur bulutları,

Islanıyorum…

Geceyi örten birkaç kelimenle,

Şehrin kedileri uyuyor

Dizlerimde.

Şimdi sen! Başka bir kentin

Dar sokaklarından birinde

Bir odada susuyorsun.

Gözlerinde rüzgâr

Ellerinde sildiğin adım

Varlığımı gizleyerek nabzından

Büyütüyorsun karnındaki yarayı…



Neslihan öncel / adam

17 haziran 2009 / sakarya







blog içerisindeki tüm yazı ve şiirler neslihan öncel' e olup izinsiz kullanılamaz...

13 Haziran 2009 Cumartesi

Senin ellerin...

Biliyorum. Oradasın.

Kelimelerin! İçimde,

Bir gelincik tarlası

Gözlerimden,

Uzun bir yolculuk geçiyor.

Aldığım her soluk

Sana akan ırmaklara el sallıyor

Kalbimden.

Serin bir rüzgâr yanağımı okşuyor

Senin ellerin.

Tıpkı çocukluğumda ki gibi…

Ben hep oradaydım aslında

Ve aslımda sana benziyordu

Her akşamüstü

Şehrin kalbi sızlarken

Bunu hep biliyordun…

neslihan öncel / düş

13 haziran 2009/ sakarya

12 Haziran 2009 Cuma

Seninle…

“Su üşüyor yatağında.
Sadece, bilmeni istedim... “


Göremediğin her kelimem,
duyamadığım sesinin yankısında kayboluyor.
Zaman geçiyor dünün çaresizliğinde.
Yetişemiyorum…
Yaktığım mumlar sönüyor bir bir…
Kırık bir salıncağın rüzgârda sallanan ipleri gibi
Nefesim zorlanıyor.
Geçer mi? Diye, sormuyorum kendime.
Susuyorum.
Avuçlarımdaki bir yudum su,
Senin sesin olsun.
İstiyorum!
Yüzüme değsin,
Sözlerin.
İstanbul olsun.
Gri bir duvarın önünde
Şarkılar söyleyelim
Boğazın sularına…
Birlikte.
Umut!!
Belki avuçlarında...
Görmediğimiz iklimlerin,
topraklarına kök salıyor..
Uzakta.
Derinden…
Öyle sessiz…
Sana bir şeyler anlatıyor...
Sabırla!
Saat 02.42... Gece oldu denizi olmayan şehrimde...
Ve ben kaldırı p başımı bakıyorum,
karşımdaki mavi duvara
Düş den bir hayat…

Her gece.

Seninle…



neslihan öncel/ düş

12 haziran 2009/ sakarya

19 Mayıs 2009 Salı

bir ara

......




s b ç



d n hep u
i

ö b v b

öz s i


neslihan

13 Mayıs 2009 Çarşamba

makas...

...






"iki kapılı evin çocuğu.
gölgesi üşüyen.
rüzgara aldanır mı saçların?
bir yalan ertesi durulur mu tüm sular?"




daha fazla susabilmeyi isterdim.
sessiz adımlarımı düşürebilmeyi kaldırımlardan.
ucu paslı bir makasın artık kesemeyen aciziyetiyle tükeniyor sözlerim. yavaş yavaş...
boğazımdaki yumru mu, yoksa ellerimde biriken kelimeler mi yoruyor beni böyle?




-söyle onlara!
incir dallarından yapılsın evim.
başımın ucunda bir mum yansın sabaha kadar...






neslihan öncel / oda
13 mayıs 2009




.

10 Mayıs 2009 Pazar

duvar notları/mayıs

bir türlü söylemeyi beceremediğimiz şarkılar gibi,

ezberi bozuk bir çocuğun avuç içlerinde kalbimiz..

ve ben, sandığımdan çıkardığım iğne oynalı bir mendilin ucundan bakıyorum dünyaya.

gülümsüyorum...)))







neslihan öncel / duvar notları
9 mayıs 2009


.

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Kafiyesiz...

Söz küstü!

Suya düştü nefesim.

Sessiz masallar anlatıyorum şimdi,

Çakıl taşlarının uykusuna.

Sararan birkaç hecenin arasına,

Unut diye sakladım yollarımı.

Unut!

Benden bilme senden geleni,

Kırılan camlardan sızıyordu soğuk.

Öyle zamansız yağan yağmurların,

Yüzsüz dokunuşlarıydı aslım.

Sinene kendinden mutedil ağrılar bırakan.

Sancıyla çökerken gece şehrime,

Bir özsözün olsun istedim.

Birazda sana essin ıhlamur ağaçlarımın kokusu.

Elden ayaktan kesilen felçli cümlelerim,

Senin yazgının kenar süsüydü.

Uzaktan izledim.

Kafiyesiz birkaç tümcenin içinde,

Bul istedim anlatamadıklarımı.




neslihan öncel/kafes
6 mayıs 2009





blog içerisindeki yazı ve şiirler neslihan öncel'e ait olup izinsiz kullanılamaz.

17 Nisan 2009 Cuma

Senden habersiz

.





Cebine hüzün sıkışmış her gecenin

Duvarına karalıyorum adını
Sebepsiz gizler ekiyorum
Bahçemdeki bir avuç toprağa
Gözlerine doğru ilerleyen yoksul yalnızlıklara
Pusular kuruyorum menekşelerin gölgesinde
Güvercinler haber getiriyor bana
Yürüdüğün yolları...
Yüzüne esen rüzgârların ellerinde
Omzundaki ağrının sebebine
Tepelerin uzun soluğuna
Tuzaklar kuruyorum
Çok basamaklı bir merdivenin
Yanakları kızaran uykusuna
Bir düş daha ekliyorum
Senden habersiz








neslihan öncel / düş

nisan 2009



.

9 Nisan 2009 Perşembe

elma bahçelerinde unuttuğun kalbine...

.




"sen, doğum günü öncesi hüzünlü çocuk...
elma bahçelerinde unuttuğun kalbine essin diye sabah yeli,
yumuyorum gözlerimi
. rüyana..."











ellerim, kutsal bildi her kelimeni. bu yüzden sana benzeyen ırmaklar aradım. ay ışığına sakladım ayak seslerimi. duymadın! sen baharlara inat deliren rüzgarların içinden geç. kırlangıç kanatlarına takılsın aklın, bir elinde uçurtmanın ipi, sımsıkı...
hayalden... kırmızı tuğlalı duvarları olsun çocukluğumun. ip atlayan küçük kızın gölgesi düşsün üzerine.
sen, doğum günü öncesi hüzünlü çocuk..
dudağın büzülmesin diye yağmurları kurban ettim gözlerimde. mucizesini söğüt dallarına saklayan mevsimlere inat, sınırsız topraklar düşledim. mavi bir gökyüzü, gözlerinde... sırtını okşayacak güneş. akşam sefaları yürüdüğün yollarda bitecek. elma bahçelerinde unuttuğun kalbine essin diye sabah yeli, yumuyorum gözlerimi. rüyana...










neslihan öncel / kafes
nisan 2009/ ankara





..

..

7 Nisan 2009 Salı

bana "hiç birşey" söyleme...

.




"az sonra köşebaşından döneceksin

ve ben unutacağım adını"







bana "tek birşey" söyleme
bana "hiç birşey" söyleme
bana "birşey" söyleme
artık!
belki birgün
belki biryerde
belki bir kitabın sonunda
bulacaksın kendini
sokaklara yağmur yağacak
caddeler dolanacak birbirine
etrafta koşuşan insanlar
kent karmaşısı
araba kornaları
içinden geçecek kaldırımlar
beyaz gömleğin ıslanacak
adımlarken asfaltı
sen hiç birşey hissetmeyeceksin...
evinin merdivenleri çıkarken
zorlanacak dizlerin
anahtarlarını arayacaksın ceplerinde
yine söylenerek geçiridiğin kötü güne
kilidi çevireceksin
ıslanan ayakkabılarını koyarken kapının kenarına
tenin ürperecek
üşüdüğünü hissedeceksin
bir kaç adım sonra odanda
oraya buraya fırlatarak üzerindekileri
temiz çamaşırlarını arayacaksın çekmecelerde
evin sıcak
üzerin temiz
birazdan karnında doyacak
ama
bana "tek birşey" söyleme
bana "hiç birşey" söyleme
bana "birşey" söyleme
artık!
daha korunaklı kılsın diye varlığını
vazgeçtim
sana yazmaktan
buz yakar ya tenini
sesin çıkmaz
soğuk ince ince sarar
elin tutmaz
adımların yavaşlar
nefesin ağırlaşır
ölüm öncesi sessizlik gibi
yandı tüm kelimeler
bana "hiç birşey" söyleme...





neslihan öncel / kırık zaman
nisan 2009


.

5 Nisan 2009 Pazar

keşke burada olsan!

.













"aynı düşün içinde kaç kez kaybolur insan?"








kelimelerce uzaktayım
sana!
mevsimlerin içine gizlediğim adını
kimseler göremesin diye
tütsüler yakıyorum ikindi vakitleri
hertarafım mavi
hayalini kurduğum
balıkçı kasabasındayım şimdi
bir kaç midye kabuğu topluyorum
kumların arasından
cam bir kavonuzun içinde birikiyorlar
günler geçiyor
bekliyorum
deniz deliriyor hava kararınca
kayalara vuruyor yumruklarını
öfkeli bir adam gibi
fırtına kuşları rüzgara karşı kanat çırpıyor
geceyi bölüyor sesleri
"keşke burada olsan!" diyorum
ellerimiz ceplerimizde yürüsek
sahil boyunca
sana anlatmak için aklımda tuttuğum
onca hikayeyi düşününce
"keşke burada olsan!" diyorum
dantel etekleri yeni kolalanmış
patiska bir çarşafın
üzerine bırakıyorum kendimi
biliyorum
az sonra geleceksin
başımın ucunda
fısıldadığın bir kaç kelimeyi
duyacak kulaklarım
sonra uykuya dalacağım...






neslihan öncel / kafes
nisan 2009







..

28 Mart 2009 Cumartesi

sonra yine gideriz...

.








belki sonra yine gideriz
birlikte...
anahtar deliğinden bakarız
kapının
kimse görmez bizi
bir yağmur yağar
camın önündeki güvecinin ağzı ıslanır
sen unutursun arka bahçedeki körebeyi
sallana sallana köşe başından döner
mahellenin delisi
bir bakarsın cebinde elma çekirdekleri
talihin döner
yüzün değişir
terleyen ellerin kurur belki
sen yine de yanına al
uykunu
sonra yine gideriz
birlikte...





neslihan öncel/kafes
mart 2009 /sakarya



.

26 Mart 2009 Perşembe

sana...

.




"biliyorum eski bir çocukluk düşüydük ayrı şehirlerde büyüyen.

belki kardeş, belki iki iyi dost, belki cebindeki mavi miskettim... belkide başını okşadığın tekir kedi ya da uyku öncesi annenin sıcak elleri, yastığının sağuk yanağı... belkide yanından geçmiştim ve sen saçlarımdaki sarı tokayı görmüştün. biliyorum eski bir çocukluk düşüydük sen ve ben... belki kardeş, belki iki iyi dost... belkide gözlerini kapadığında saklandığın yerdim kimsenin göremediği. ya da hep öyle olmak istedim..."









barıştım korkularımla
sevdim aynaların karşısındaki sukunetimi
hiçliğin içinden çıkarak
bıraktım kendimi kuru kalabalığa


sana benzemek istedim nedensizce
baktığın yerlerdeki yol çizgilerini
kaldırımları ve insanları görmek istedim
duyduğun seslere aşinaydım belki
avuç içlerindeki çizgilerde
saklı ırmaklara düşüyordu kelimeler
ezberledim


çay bardağına uzattığında elini
aklının duvarlarını zorlayan
hüzünlü zamanları
rüzgara karşı teslim olan yaprağın
savruluşuna benzettim

saatler sürüklenirken yazgının içinde
birileri için ziyan olmuş bir geçmişin
penceresinden bakıyorum
ayak izlerinin olduğu yerler susuyor
öylesine baktığın yüzler
ağızlardan çıkan her kelimede
karanlığı çağırıyordu toprağın altından

çok zaman aynı şeyi düşünüyorum
senin için...
uzun bir yolculuk
bir trenin en son vagonu
yanıbaşında kitapların
kalemin ve kağıtların
yarım kalmış düşlerin suskun ağzıyla
aklından parmaklarına süzülmeyi bekliyor tüm kelimeler

bir dağ başı
karlı bir yol
odun ateşiyle ısınan tek göz oda
demini alıyor zaman
sana benziyorum nedensizce...








neslihan öncel/ kafes
26 mart 2009 sakarya





..

23 Mart 2009 Pazartesi

bir kent yalanını, bir masala dönüştür diye..

.




Engin'e


"sana aşina zamanların
peşi sıra düşlerini kovalıyorum.
bahar geldi!"



düş kovalayan kelebeğin kanatları aklım
gölgem yalancı bir uyku öncesi
inatla zorluyor pencereni
duyuyor musun?

sabrım denizler kadar / değil
masallara
tanıdık değil suretim
olanla ölen arasında
ince bir çizgi

suda dalgalanan sözlerim
köprü altlarında
gözlerim!
gözlerinin baktığı yerler
dağlar, tepeler ve şehirler
sahibini arıyor tüm gölgeler

bir kent yalanını
bir masala dönüştür diye
oyunu bozdum
daha öncekiler gibi
sustum!
gömdüm ağzımı kumlara

bul uykuyu boğazın serin sularında
boğazımıza dizilen tüm aşklara
Yusuf'un hatrına
yanağımdaki çukura
anlat...








neslihan öncel / düş

mart 2009


.

21 Mart 2009 Cumartesi

kafes/tahta atlar

.




...ben duydum
çok zaman önce
kayıp iklimin
küflü kokusunu
yolunu şaşırmış yağmur
aldanınca rüzgara
yumdum gözlerimi
başka bir duvara
yastığımın ucunda
annem den kalma bir masal
tavandan sarkan tahta atlar
dört nala ilerlerken geceme
ben sustum...





neslihan öncel / kafes

mart 2009

..

20 Mart 2009 Cuma

kafes


.



musa'ya



incir ağacından düşen bir çocuğun yaralı dizlerinde ellerim
kulaklarımda "anne acıyor" sesi
bildik bir çocukluğun tanımadığım yüzü
yağmur temizler mi sonu olmayan yolumuzu?
ardımızda geçmişi bırakma isteğimiz zorlarken kalbimizi
aşabiliriz miyiz o tepeyi?








neslihan öncel/ kafes

mart 2009



..

19 Mart 2009 Perşembe

çember

.







bazen yazmak konuşmaktan daha kolay geliyor. yalnızlıklarımızı sorguluyoruz, bütün dünlerin derin suçluluk duygusuyla... endişeli bir kalp atışı. bir yudum suda boğulan düş. ciğerleri zorlayan derin nefes. sokaklarda, caddelerde ya da rüzgarlı bir uçurumun kıyısında dolaşıyor zavallı bedenlerimiz. savruluyoruz! hayatın kıyısında duran tüm gölgeler gibi üşüyoruz.
gece oldu.
biz, çemberin dışında kaldık.





neslihan öncel / sayıklamalar

mart 2009



..

18 Mart 2009 Çarşamba

kafes

.



"oysa herşey senin elindeydi!!!"






ben badem ağacının gölgesinde büyüyordum
badem ağacı ellerimde..
durdum!
... ve ardıma baktım güneş batarken.
durmayı bir türlü beceremeyen zamanın
koynunda sevişiyordu gecelerim.


hasta bir mevsimin
ağrıyan günlerini
yuvarlıyorduk yokuş aşağıya
boşluğun dayanılmaz acısı
dile vuruyordu
biz sızlayan cümleler kuruyorduk.







neslihan öncel / kafes

mart 2009





..

12 Mart 2009 Perşembe

duvar notları

.




ağzında yuvarlanan söz çarpınca dişlerine, küskün bir kadın gibi zorlar nefesini. dilin suya değse, su gelir mi dile? ağzının karalık kuytularında gizlediğin söyleyemediklerini anlatır mı? insan kendine sessiz sadece. kendinin celladı. hiç bir su temizlemez seni. arındırmaz artık hiç bir ten, başka bir kentte unuttuğun ruhunu. daha kısa ve daha yavaş adımlarsın caddeleri. karton kutuların köşesine biriken toz kadar sahipsiz anıların, bir soluk bekler. ince bir rüzgarda savrulup gitmek, karışmak hayata ...








neslihan öncel / duvar notları

bahar 2009





.