22 Nisan 2008 Salı

ne düşünü yorsun?




Yüzün caddeye bakan pencerenin camına yaslı. Son nisan yağmuru düşerken bulutların ucundan ve sen öylesine sen olmuşken o yağmuru seyrederken, birisi gelir ve anlamsız bir soruyla böler yalnızlığını… “Ne düşünüyorsun?”



Koca bir “hiç” dersin arkandaki sese. Gitsin istersin, sormasın, devam etmesin, sana doğru gelmesin, adım atmasın, hatta hiç olmasın orada. Durmasın, teselli etmesin seni. “Git” demene gerek duymadan gitse birileri keşke. Yani keşke birileri gidebilse zamanında arkasını dönüp, elleri cebinde ama kokusu teninde ama hoşça kal demeden ve “kendine iyi bak” anlamsızlığında cümleler kuramadan gitse keşke.




“Bir rüzgârım var biliyor musun?
Kimseye söyleme Bu bir sır”




Gece sen istediğinde başlar senin şehrinde ve sen istediğinde yumarsın gözlerini kendine. Kendi kendine bir oda da, kendine yazarsın tüm satırları.



Ama…


Sonra...




Sonra bir an yer kayar sanki ayaklarının altından. Gün kapının altındaki boşluktan yer bulup sızar karanlık odana. Yorgun bir kalp atışı, yalnız bir nefes, bir gece çok derinden hissedebildiğinde birisi çok uzaktan, duvarlara çarpan başka bir ses, saçlarında başka bir elin parmakları, yastığına ılık bir nefes aksın istersin. Sen bir sabah küçük evinin camından bakarken sokaklara düşen yağmura, birisi arkandan gelsin ve o anlamsız soruyu sorsun istersin. “Ne düşünü yorsun?”



Taze çayın kokusu, kızarmış bir dilim ekmeğin yoksulluğu içine karışır gider. Kendi ayakların dışında başka birininkiler çıksın istersin o merdivenleri. Kapı çalsın, o gelsin, gülümsesin, "merhaba " desin…



Korkarsın. Duvarlara senin gölgenden başka birisinin değmeyecek olmasından, belki de sahipsiz bir sessizliğin paniğiyle, yalnız bir ölüm çöker yüreğine. Korkarsın son sözlerin kimsesiz kalacak diye. Ve sen sanki yarın ölecekmiş gibi kendini sokaklara atarsın. Gölgesi karanlık, yüreği cansız, elleri soğuk birilerine uzatırsın ellerini. Bile bile tutunursun onun kollarına. Senden daha nefessiz birinin rengine boyanır bedenin, acele ve acılı öpüşmeler yırtar ağzını, kendi kanını yudumlarsın her dokunduğunda.


Sonra sen bir sabah küçük evinin camından bakarken sokaklara düşen yağmura, o sorar sana anlamsızca, “ ne düşünü yorsun?”



O anda anlarsın aslında yalnızlığın ne kadar kutsal bir şey olduğunu. Oysa o çoktan boyamıştır seni kendi rengine, soluğunu çekmiştir içine, ruhunu boşaltmıştır, kelimelerini çalmıştır en önemlisi. Yazamazsın tek bir satır. Kalemin elinde tutamazsın kelimeleri, aklından uçar gider ezberlediğin tüm şiirler. Koca bir hiç olup bir akşamüstü, küçük evinin camından sokaklara düşen yağmura bakarken sen, o sorar “ne düşünüyorsun?”




“dejavu “






Koca bir “hiç” dersin arkandaki sese. Gitsin istersin, sormasın, devam etmesin, sana doğru gelmesin, adım atmasın, hatta hiç olmasın orada. Durmasın, teselli etmesin seni. “Git” demene gerek duymadan gitse birileri keşke. Yani keşke birileri gidebilse zamanında arkasını dönüp, elleri cebinde ama kokusu teninde ama hoşça kal demeden ve “kendine iyi bak” anlamsızlığında cümleler kuramadan gitse keşke.



“ruh kesiklerinin
acısı hep bir midir?”



Yalnızlık bazen öyle alıştırır ki kendine iki kişi olmaktan korkarsın hep. Belki de yalnızlığı terk etmek istemeyişindendir hayatına bir başkasını dâhil etmemen. ... Ama dayanamaz ya insan yalnızlığa, ondan arar durur benzerini. Aslında tek aradığı da kendisidir ya aşka sığınır, sonra acılara. Defalarca hayal kırıklığı yaşasa da, bitmedikçe umudu olacaktır hep öteki. Aslında kişi kendi ruhunu bulmadıkça, yalnızlığıdır ona eşlik eden. İşte tam da o noktada, ruhunun öteki yarısını bulmuşsan; "sen" ve "ben" aynı olmaz mı? Diye düşünürsün. Aslında gerçekten korktuğun nedir bilemezsin. Anlamsız bir savaştır sen de ki.

Peki şimdi sen yani ben, ne düşünüyorum aslında?



“dün gece avaz avaz yalnızlık bağırıyordu içim.
Bildik bir şeydi tüm kesiklerim”



neslihan öncel / oda



nisan 2008




21 Nisan 2008 Pazartesi

hiç...




Bak işte, kirleniyor seninde ellerin. . Zehirli bir ok gibi, bir bir saplanıyor parmak uçlarına gerçekler. Ve sen, yazılmamış tek bir kelime yazamayacaksın bundan sonra. Söylenmemiş hiçbir söz değmeyecek dudaklarına.




Bu yüzden parmaklarından dökülen her harf, sıradan bir kelime olmaktan öteye gidemeyecek. Herhangi bir yazının kenarında, herhangi birkaç kelime gibi öylece duracak. Herhangi birine yazılacak tüm cümleler. Sende biliyorsun, sıradan birkaç kelimeydi hepsi. Hayalden bir adama yazıldı tüm mektuplar… Düşlerin öyle sarhoş etmişti ki seni, olmayan bir şehirde, olmayan bir adama aşk yarattın kelimelerinle.



Şimdi mavisini derinlerinde saklayan bir okyanusun kıyısında, uzaklara bakmaktasın. Ayakların ıslak kumlarda, serin bir rüzgâr okşuyor yüzünü. Bak, görüyor musun suyu? Ne çok düş saklı derinlerinde … Kumların altında gizli hayaller.




"Gözlerin suyamı deyiyor?
O yüzden mi nemli böyle?"





Yıldızlar yok bu sahilde. Bir dilek dilemek için bekleme boşuna. Düşmeyecek hiç biri avuçlarına. Ve sen yıldızlardan yoksun bir gecede bakarken uzaklara, diline bir hiç gelecek, ağırlığınca çökecek içinin kuytularına. Dökülemeyecek, süzülemeyecek, söylenemeyecek dudaklarından… Sıradan birkaç cümlenin içinde kalacak tüm hiçlerin…




neslihan/ oda


nisan 2008






17 Nisan 2008 Perşembe

bu yüzden...



"bunu ben istemedim"




Lanetlendi benim avuçlarım. Bu yüzden dokunamam sana. Cansız bedenlerin dumanıyla doldu nefesim. Şimdi öpemem omuzlarından. Hava inadına hala soğuk benim şehrimde. Bu yüzden ısıtamıyorum kelimelerimi. Üzgünüm. Bayat bir gece bıraktım ardımda. Sen sakın o sokaklardan geçme. Takılmasın gözlerin o evin camlarına. Bakma. Görme. Gelme. Dönme bu şehre.





"o sokak boş,
martılar yok"





Kırmızı bir ölümü iterek ilerliyorum boşluğa doğru. Sakinim, sen sakın merak etme. Tek tek atıyorum üzerimdeki izleri, renkleri, kokuları… O binanın tepesindeyim şimdi. Aşağıdaki sessiz kalabalığı izliyorum. Elerim göğsümde, tenim de bir ateş, gözlerim soğuk. Sadece bakıyorum. Aklımdan neler geçiyor kim bilir… Kim bilebilir ki ne çok şey geçtiğini, ne çok senin geçtiğini içimin dar sokaklarından…




“uzun cümleleri sana bıraktığımdan beri,
ben kısa yolculuklar yapıyorum…”




Dün geceki fırtınada bıraktım yatağımı, saten çarşaflara sardım düşleri ve kaçtım oradan. İnsanı sarhoş eden bir havası bu şehrin, anlayamıyorum. Yoruyor beni. Bitkinim. Kollarım uzanmıyor, ellerim dokunamıyor yokluğuna. Nefes alıyor birisi uzakta, bir fısıltı geliyor kulaklarıma. Duyuyorum. Ağaçlar uykusuz kalmış, ağlıyor o gölün kıyısında. Nasıl bir “eyvah” dökülüyor dudaklarımdan, bir bilsen… Ah bir bilebilsen keşke…



Her geceye yeni bir kurban istiyor aşk. Yeni izler bırakmak başka birilerinin bileklerine, tenlerine işlemek herhangi birinin kokusunu… Birbirinin rengini tutmayan, saç tellerinin yastığına düşme sebebi bu yüzden. Bu yüzden başka birine sırtını dönüp, duvara doğru gözlerini sımsıkı kapatarak uyuyormuş gibi yapıyorsun her gece. Her gece başka birini okşarken ellerin, biraz daha büyüyor aramızdaki çocuk. Çocuk hüzünlü bir aşka boyuyor bedenini. İstediğin bu değil miydi? Korkan sadece sen miydin yoksa? Tek korkanın sen olduğunu mu sanıyordun? Hayır, sana soru sormuyorum. Merak etmiyorum da cevaplarını. Sus. Lütfen sadece sus şimdi. Ben de korkuyordum aslında…






neslihan öncel/oda

16 Nis. 08










16 Nisan 2008 Çarşamba

sen-siz







ben göle düşen masalları yazıyorum
öyle kıpırdamadan sessiz
gelmeyeceğini bile bile
sadece duruyorum
ellerim hala ıslak
ellerim hala uzak
ellerim hala sen
ıslak
uzak
sen-siz
bir
mevsim





neslihan/oda



nisan 2008










14 Nisan 2008 Pazartesi

olamasak da….




sen ve ben bir biz olamazken

biz ikimiz ayır ayrı şehirlerin yollarını ezberliyoruz şimdi

sen yanından geçen çocuğun gözlerine bakıyorsun

elindeki şekerleri uzatıyorsun ona

seviniyor,

gözlerini dikerek sana

gülümsüyor,

ben gibi oluyor çocuk

derin bir ah çöküyor dizlerine sonra

kalıyorsun kaldırımda

çocuk gidiyor, elinde şekerleri

ben önümden geçen kedinin narin adımlarını izliyorum

İçimdeki sırnaşık kadın herhangi bir kedi olmak istiyor sonra

ah! diyorum. ah! diyorum

susuyorum…

ardından bakıyorum

kedi gidiyor

bir ara sokakta kayboluyor gözden

sen ve ben bir biz olmazken

biz bir biz yaratmazken o mevsimde

küçücük şehirlere sığdıramazken bir bizi

trenler geçiyor, üstümüzden uçaklar

şehirlerarası uzun mesafe yollara bırakıyoruz avuç içlerindeki huzuru

ben burada yürüyorum

sen orada duruyorsun

sen bana

ben sana

ne kadar uzağız? aslında…

biz

yani sen

yani ben

şimdi sen o şehirde bir evde

o evde bir koltukta

o koltukta dizlerini çekerek kendine

oku…

ben bu şehirde bu evde

bu evde bu koltukta

okuyorum seni

biz olamasak da….



neslihan/oda


nisan 2008/02.03






13 Nisan 2008 Pazar

herhangi bir zaman dilimi..





nisan sadece takvimde kaldı...

avuçlarımda yönünü kaybetmiş hayat çizgileri
bir tren istasyonuna sıkışan yüreğim
şarap lekesi eteğimde
aklımda özeti kalmış bir aşk
sıradan bir tahta kapı
dudaklarım kilitli
anahtarı kaybolan bir mektupta
herhangi bir zaman dilimi,
ayrı evlerde söndürdük lambaları.


ayın altında sevişen gölgelere seslendim;


"sessiz olun! kediler uyanacak"







neslihan / oda

nisan 2008/04.55










12 Nisan 2008 Cumartesi

dedi...






"son noktayı koyduya sağ elinin parmakları,
ve sen izin verdin ya benim sonuma yazılana...
ben de susturdum gelen baharı.
sana da gelemesin,
sana da yağamasın yağmur,
sana da kavruk bir masal bıraksın kalemin..." dedi kadın.





"adam öldü. adam öldü. adam öldü. " diye bağırdı martılar.





"kadın gitti. kadın gitti. kadın gitti o gölün dibine..." dedi Tanrılar..








neslihan/oda





12.04.2008/05.23





10 Nisan 2008 Perşembe

"el mana fi batnı şair"






"el mana fi batnı şair"




"herhangi bir gece
yeşil kavanozun dibi
bir hapishane gibi
küçük bir dilek perisi
oynamak istedi benimle
ay bizi gördü"









neslihan/oda



10 nisan 2008/02.07














9 Nisan 2008 Çarşamba

şimdi değil

karanlık kabuğundan çıkıyor
gidemediğim şehirde, 
bütün acısıyla başka bir soğuk gece başlıyor
ölüm ışıltısını kaybediyor tenimde
 
 
rüzgar esmeye başlıyor yeniden
Her soluğumda ona yaklaşıyorum
gölgeler sokakları bölüyor 
içimde bir çocuk solarak büyüyor 
 
 
sesini duyuyorum şimdi;
 
 
 
“git ve sakın gelme
şimdi değil
biz mumlarını 
henüz üflemedik”
 
 
 


neslihan öncel / oda
 
09.04.2008 / 04.31






8 Nisan 2008 Salı

oyunu bozdum...




"sadece sana uyumak istemiştim,
sana yaslamak ömrümü,
huzurla"




Boş bir oda da yalnız uyuyan bir kadın görüyor gözlerim. Kendime yumuyorum gözkapaklarımı, sen orada her nefes alışında, soluğum içime kaçıyor benim. Uzun bir dağ yolu boyunca merak ederken varlığının sırrını, olmadığım bir yolun kenarında senin geçişini izliyorum usulca. Ve sen böyle zamanlarda dizlerimde ağır bir yük oluyorsun. Ardında bıraktığın bir bahar gününde orada yürürken sen gölgeni takip ediyorum adım adım. Arkanı dönme diye dua ediyorum. Sakın dönme, sakın görme beni.



Senden kalan birkaç şiir var dilimde, yırtılmış sayfalar, gönderilmemiş mektuplar. Ve adın var nefesimde sakladığım. Senin bıraktığın izlere inanmıştım bir zamanlar, güvenmeyi öğrenmiştim, kendimi sert kaldırımlara bırakmayı… Sen giderken içimdeki şehirden, soysuz bir mevsim kırıldı, kan sızıyor topraktan. Bir girdabın içindeyim şimdi. Kara bir delik emiyor düşlerimi. Sen uzakta olduğun yere çarparken, ben kayboluyorum okyanusun orta yerinde.



Tüm sözleri kırdım, içi boş cümlelerin şimdi. Senin istediğin kadın olmadım, olamazdım da aslında. Gözlerimdeki bağı çözdüm ben, o oyunu bozdum, ebe yok artık. O o-yu-nu boz-dum. Kör değil ebe, inan ki kör değil gözleri. Hayat, öyle zor ki sevgilim.! Şimdi hayat hiç olmadığı kadar zor bu sokakta. Vişne ağacının çığlık çığlığa yeşerişini görüyorum yeniden, yavru kedilerin annelerinden doğuşunu izliyorum, bir tırtılın kozasından çıkma telaşına hayretle bakıyorum. Ne acı! Ne acı ki bilse ömrünün yirmi dört saat olacağını, “iki renkli kanat için, kelebek olmayı ister miydi yeniden?” diye düşünüyorum.



Hayat ne çok kıvrıldı önümde. Ne çok yan yollar çizdi bana. İstemediğim iklimler, istemediğim kentler, istemediğim yollar, istemediğim sokaklar… O sokaklardan her birinde yeni bir ev, yeni bir merdiven, yeni bir kapı… Her kapının ardında yine bir adam, yine aç gözlerle bakan, yine ağzı bozuk, yine elleri tenimde. Sustur beni! Dayanamıyorum bu kirliliğe. Yalvarırım sustur. Söyle bana, kaç kere ölmeliyim? Kaç kere ölürsem temizlenir bedenim? Ruhumu hangi ağaca assam? Hangi gölün suyu temizler, hangi toprak ister beni? Sustur beni! İki yaşlı yol, iki yorgun beyaz yol çizgisi, iki kavşak istemiştim oysa ikisi de senin şehrinde son bulan…

Zaman ikiye bölündü. Benim asla göremediğim ve asla yetişemediğim… Şimdi ben diğerindeyim. Zamanın diğer yarısında bedenim. Senin olmadığın evin balkonunun korkuluklarını tutuyor ellerim. Aşağıya bakıyorum neyi düşündüğü bilmeden, neyi düşünmediğini bilmeden bakıyorum. Karanlık, yalnız, soğuk taş zemin… Bacaklarım, dizlerim, bileklerim, çıplak ayaklarım… Sımsıkı tutarak soğuk demirleri, boş karanlığa dik dik bakıyorum. Senin gözlerin gibi bakıyorum. Boş bir kabuk. İçi boş, dışı yanık bir kabuk tüm görebildiğim.



Hiçbir şey göründüğü gibi değil, biliyorum. İnan ben de değildim aslında. O gördüğün, o yağmurlu nisan akşamı, o ıssız eve götürdüğün, sevişirmiş gibi yaptığın kadın ben değildim aslında. Oysa hiçbir ışık benim tenime değmedi, hiçbir sıcaklık hissetmedim, hiç kimse beni öpmedi. O gün orada, o zaman da, o evde, o yatakta ruhuma dokunamadın. Sen, o anda öldün aslında.




“Tenim mezar oldu sana.
Gözlerim seni affetti”






neslihan öncel / oda


08.04.08 / 04.03










7 Nisan 2008 Pazartesi

oyun...





“sen de var olan
ben de ki boşluktu”






Perde açıldı ve oyun başladı…

“Gerçekleri görebilmen neden bu kadar uzun sürdü?” desem sana. Alsam ellerini avuçlarıma ve anlatsam olmayan harflerle, aklımda kalan birkaç sevişmeyi… Sevebilme belki de vazgeçebilme ihtimalinin bir intihar senaryosu yazmaktan daha berbat bir kâbus olduğunu söylesem sana. Saçlarını okşayarak ve yüzüne sürerek parmaklarımı… Tamam, kabul o müziği dinleyelim biz yine, yağmur yağsın boş sokaklara ve her yağmur damlasında sen bir dilek tut. İçinde tut, gözlerinde tut, nefesinde tut ama bana kızma sana anlattıklarım için.

İnan bana, ben de bakmak istemedim o duvarın arkasına. Her şey aniden ve hızla oldu. Bir gecede ve kırk beş saniyede. Kırk beş saniyede, çözüldü dizlerimin düğümleri, gördüm her şeyi. O ırmağın kenarında çözdüm saçlarımın bağını, saçlarım değdi suya, yüzüm, ellerim ve bileklerim. İnan bana en az senin kadar masumdum. Gözlerini yumduğunda sen, masum bir bebek gibi kokardı tenin. Dokunmadan, kırpmadan gözlerimi ve nefes almadan izlerdim seni. Soluğunu dinlerdim. Her nefes alış verişinde sen dünya durur ve yeniden dönerdi. Gece olurdu tüm kelimeler.





Seni dinlerken öğrendim, uzak olmanın aslında ıssızlık olmadığını. Uzak bir kente özlem duyabilmeyi, o uzak kentte uzak bir yol olabilmeyi, o uzak yolda uzak bir çocuk olabilmeyi, o uzak çocuğun içinde uzakta birinin hasreti olabilmeği…




Affet beni! Gerçekten ne olduğumu bilmiyorum. Hangi hikâyenin neresinden düştüm o sayfaya bilmiyorum. Kelimelerim tek tek sokulurken koynuna ve sen huzurlu bir liman ararken ruhuna, denizi olmayan herhangi bir şehirden, denizi olmayan herhangi bir şehre gönderebileceğim sadece dört sayfa bir mektuptu. Ellerimi sürdüm, yüzümü, saçlarımı ve göğsümü. Her bir sayfasında benden bir şeyler olsun istedim. Ellerimi tut, yüzüme yasla yüzünü, saçlarımı okşa, göğsümde yum gözlerini huzura…





“Bu başka bir şey” derken sen, ben başka bir şey oldum ansızın. Başka bir mektuptaki başka bir imza, başka bir filmdeki bir başka bir siyah sahne, başka bir evdeki başka bir oda, başka bir denizdeki başka bir mercan, başka bir dağdaki başka bir kuyu… Sen “Bu başka bir şey” derken, ben koca bir “aşk” oldum…




Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Aslında zamanı saymıyorum, bıraktım tüm renkleri sandıklara. Hüzünlü bir kar tanesinin melodisi kulaklarımda yankılanıyor şimdi. Avuçlarımda anlayamadığım bir özlem var. Toprak gibi, su gibi, uzak gibi, sen gibi bir şeyler… “Gitmek öyle olmuyor” demiştin bana. Gitmek öyle olmuyor haklıydın aslında. Gidemiyorsun arkana son defa baktığında, küçük bir çocuğun gözleri takılıyor aklına, yastığın başını büküp bakıyor yatağının ucundan, duvarlara gölgeler doluşuyor, sessiz izliyorlar gidişini… Bahçende hüzünle büyüyen limon ağacı, menekşeler, güller bakıyorlar yüzüne, pencerene konan güvercin kıpırdamıyor. Gidemiyorsun…“Gitmek öyle olmuyor”




Sadece durmuş olmak için değil, yeni bir imza atabilmek için belki de yeni sayfalara, yeniden dönüyorsun cümlelerin içine. Sessiz yerlerini dolduruyorsun bir mektubun, yanlış yazılmış bir kelimenin üstünü karalıyor ellerin, tüm imla hatalarını boş veriyor gözlerin, tekrar tekrar okuyorsun tüm yazdıklarını…





Sonra boş bir istasyonda, boş bir tren, boş bir koltuk bekliyorsun. Altı numara. Altı saat bekliyorsun, altı sayfa okuyorsun yeni kitabından, altıncı sayfasında altıncı satıra saplanıyor gözlerin, altı kere altı hançer saplanıyor yüreğine. Kararıyor gökyüzü, yer ayaklarının altından kayıyor ve ruhunu bırakıyorsun denizi olmayan bir şehre. Denizi olmayan bir şehirde yaralı bir martı oluyorsun. Martının kanadından düşen bir tüy oluyorsun sonra.




“Gitmek öyle olmuyor” diyor birisi sessizce omuzlarının ucundan, arkanı dönüyorsun… Boşluk. Büyük bir boşluktur gözlerinin gördüğü. Ve anlıyorsun “Perde kapandı ve oyun bitti”







neslihan öncel/oda

07.04.2008 / 05.53










6 Nisan 2008 Pazar

söyleyemem...



“kalbimi kanatlarında bahar taşıyan bir martının
çığlık çığlığa sesine bıraktım
bu yüzden, feryat feryat kırmızıdır toprakların”



Yürümelisin. Aynı yönde ve plansız. O ormanın en karanlık yerinde hayallerini yakarak, tırnaklarınla kazarak o toprakları ve ruhunu gömerek, bakmadan arkana yumarak gözlerini bir yaprağın ağaçtaki sesine, yürümelisin. İnan ben olmayacağım orada ve Tanrıları bırakacağım gözlerimden. Öğrendiğim tüm duaları unuttum dün akşamüstü, yerlerine sayılar ezberledim, ölüm gibi bir şeyler… Sana söz veriyorum. Sen giderken ben ellerimi bağlayacağım. Şimdi yürümelisin.






“söylediklerini unuttum,
soluğunu ve dinlediğimiz tüm şarkıları…”
 


Duydum…
Daha öncede yaklaştım ben ölü kelebeklerin kanatlarına ve duydum ağlayan meleklerin sesini. Hiç bir şey geçmişte kalmıyor, tekrar gelecek gölgeler ve yanımda yürüyecekler. Şimdi sen git, sonra yine gelirsin. Cesaretin orduları sırtımdaki yokuşta ve tüm hızıyla atlılar koşuyor sisli sabahlarıma. Kanatları kanlı tüm meleklerin, hızla düşüyorlar bulutlardan. Şimdi sen giderken ağla tüm cesaretinle. Ben o eşikten ayaklarımı uzatmayacağım, bakmayacağım sana o kapı aralığından. Kokumu aldım parmaklarından, özgürsün artık. Git! Çemberler ve halkalar, kuyular ve mermer taşlar, ejderler ve krallar, ay ışığında kutsandılar. Bir bakirenin kanı bulaştı çarşafa ve büyü bozuldu. Şimdi ben sönmek üzere olan alevi kurtarmalıyım. Sen yürümelisin o yöne doğru. Plansız ve ölümsüz.






“sana bilmediğim bir şeyi söyleyemem,
varlığına inanmadığım Tanrıların
mumlarını üfleyemem. nefesim yok benim.”
 
 



Sana daha fazlasını söyleyemem. Göremediğim bir şey için gözlerine bakamam o gölün kıyısında. Şimdi sustur rüzgârları, çek üzerimden ellerini ve kapat ışıkları. İnan bana bilmediğim bir şeyi sana söyleyemem. O fırtınada rüzgâr yedi sesimi. Ben de kalan sessiz bir gece. Ben sustum. Fakat bilmelisinki adımlarına kokum karıştı, kutsandın ruhumda. Arkana bakmadan yürümelisin. Ölümsüz ve plansız...











neslihan / oda





nisan / 2008





5 Nisan 2008 Cumartesi

küçük tanrı'ya




İçimde kalan son nefesimle geceye bırakıyorum senden kalan her şeyi. Tüm kelimeleri, yaptığım büyüleri, kestiğim saçlarımı, ölmeyi düşlediğim o gölün en dibini… Sana söylemeliyim ki, adım da var olan tüm sesli harfleri kaldırdım ve bilmelisin ki sustum artık. Adım gibi sessizim sana. İntihar senaryoları kuruyorum bak. Bak bana ne diyorum. Şimdi beni iyi dinle Küçük Tanrı; doğum günün de sana armağanımdır ölümüm. O gölü ve ortasını ve dibini sana bırakıyorum. Sevdiğim tüm şiirleri ve şarkıları. İnandığım tüm masalları ve yalanları. Siyah beyaz bir film gibi izle şimdi ben den kalanları ve inadına öleme.



"ölümüm sana armağandır.
şimdi benim için bir mum üfle
ve tüm dilekleri kendin için tut."





Doğum günün kutlu olsun



son kez


ve


tüm ruhumla



huzurla...





nslhn / ankara


bugün 2008












4 Nisan 2008 Cuma

sen gibi...




“Üşüyorum,
ellerin bu yüzden soğuk.”



Beni duy...
Sesimi bir uçurumun kıyısından attım. Ağır bir koku nefesim de, yanık gibi. Dün gece den kalan, şehvetli, terli ve yanılgılı bir şeyler vardı tenimde. Aradım. Tanrılara yemin ederim ki, aradım. Aradığım halde bulamadım, sen de ki korkuyla büyüyen gerçeği. Durdum artık. Ne bir adım atıyorum olduğum yerden ileri ne de o duvara çarpıyor soluğum. Üşüyorum, ellerin bu yüzden soğuk. Kaybolmak üzeriyim. Beni bul. Başladığımız yerde değiliz artık. Kesik bileklerimiz, kör gözlerimiz var. Nerdeyim? Nerdesin? Nerdeyiz biz? “Ne” olmak üzereyken intihara meyilli bir mektup sayfasının giriş cümlesi oldum. İmzayı atacak kadar gücüm yok benim. Bu yüzden mektubun geriside yok. Kalbimi bir kırlangıcın aklına emanet ettim. Rüzgâr eşlik edecektir ona ve Tanrılar selamlayacaklardır kanatlarını. Biliyorum.



Beni bul…
Varlığınla kutsanmış bedenimi, ruhumu, ellerimi ve gözlerimi... Şimdi sen olmadığın kadar çok hücrelerimdesin. Damarlarımdaki kan kırmızı. Evet, kırmızı bir ölüm gibi ilerliyorsun yolunda. Önce aklımı avuçladın, parmak uçlarından dökülen birkaç kelimeyle, sonra… Sonrası bir hüküm! Kalbimin orta yerine saplanmış bir ok gözlerin. Şimdi sus ve beni bul. Ölüyorum.




“Dinlediğin masalın,
sessiz olması bundandır.”



Okudum bütün mezar taşlarına yazılan duaları ve ölü ruhların sırlarını gördüm. Ayetlere iliştirilmiş yalanları sildim bir bir. Af dilemeliyim belki de küçük meleklerden. Onlara yalan söyledim. “Sustum” dedim. “Gözlerimi feda ettim” dedim. Ve ben tüm Tanrıları kör bir çukura attım aslında. Bu sırrımı kimseye söyleme!




“Biliyorum yorgunsun,
ama şimdi gitmemi isteme.”


Neresinden öleceğini bilemeyen bir gecenin sancıları gibi/ kapkara bir sisin içinde gölgen. Senin adını kimse sana söylemeyecek ve sen ölemeyeceksin. Kimse yummayacak ağzını sana, bekleme. Ve şimdi usulca tut saçlarımı. Gırtlağına dolanacaklar, ipekten bir urgan misali… Sımsıkı saracak seni nefesim ve ben dudaklarımı sana vereceğim. Bir sus gelecek dilime, ucu pembe… Seni saklı topraklara götüreceğim. Uykum sana armağandır. Uyuyacaksın bana asırlar boyunca. Biliyorum yorgunsun, ama şimdi gitmemi isteme. Gidemeyecek kadar sendeyim, seninle… Gözlerinde taşıdığın kanadı lekeli melek, parmaklarında şefkatli bir izin acısı, avuçlarında bekleyen çığlık… Yorgun bir ruha yazıldı tüm satırlar. Senin gibi, sana gibi, sen gibi.





neslihan /oda

04.04.2008








belki yine...


Yeniden var gücümle koşacağım mor dağların eteklerine. Yeniden tüm nefesimle çığlık çığlığa şarkı söyleyeceğim. Yeniden merhaba diyeceğim martılara. Kızıl bir güneşin altında bildiğim tüm duaları ederek Tanrı ya, “ben buradayım” diyeceğim. Bedenimden süzülen ırmaklara söylemeliyim sırlarımı. İçimde ne varsa haykırmalıyım hasretine gebe topraklara. Nehirler gibi boylu boyunca uzanan düşlerime yatırmalıyım seni. Yağmur olup yağmalıyım tenine. Arkamdan gelen otuz iklime, otuz kere yemin ederek belki de, otuz kere anlatacağım her şeyi. Üzüm bağlarında asmalara, kiraz dallarında çiçeklere, benimle gözlerini yuman balıklara, bahçemdeki ağaçlara, kentimdeki sokaklara, o sokakların kaldırımlarına, geceleri yaktığım tütsülere, biriktirdiğim tüm kibrit çöplerine tek tek anlatacağım.

Belki sonr,a ben yeniden bekleyeceğim seni evimin avlusunda bir akşam üstü. Ve belki sen yine yağmur yağarken kentime, kendin gibi geleceksin ansızın. Benim kalbim duracak belki de, senin dilin susacak. Gözlerimi yumacağım sana, sen avuçlarını saklayacaksın saçlarıma. Belki yine... Belki yeniden... Belki...







neslihan / oda





nisan 2008








2 Nisan 2008 Çarşamba

...gitme


Ebruli bir gece gibi süzüldün içime. Büyülü bir düş. Rüyayla gerçek arasında kıvrandım. İnan ben bile anlayamadım. Bu ben değildim aslında. Bu ben olamazdım. Bu kadar çabuk teslim olamazdım bu rüzgâra. Ben bunca zaman, içimdeki kan sızan yerleri kurutayım diye bu odaya hapsettim kendimi. Birisi gelip de kopartamasın, acıtamasın, olduğum yerden sökemesin diye saldım köklerimi, inatla. Kabuk bağlayan yaralarımı yolmayayım diye ellerimi kestim attım bileklerimden. Kendime çoğaldım, kendime ağladım, kendime küfrettim olur olmadık saatlerde.


Oysa ben, salt bir bahara merhaba diyecektim. Olmayan ellerimle, denizlere bırakacaktım huzur kokan kelimelerimi. Şimdi içimde koca bir aşk var. Bütün dengemi bozan, bütün organlarımı sancıyla yoklayan bir bozyel. İçimde var olması ihtimalsiz bir şiddetin gayrimeşru gölgesi, bu sızlatan sancıyla beraber beynimi sarıyor yavaş yavaş.


Bu gece her zamankinden daha soğuk, üşüyorum. Hüzünle büyüyen, sinsice bilinmezlerime gizlenen bir şeyler var. Siyaha bürünmüş, ölüme meyilli bir şeyler var. Gözlerim yangın yeri… Oysa bu bahar doyumsuz bir yalnızlık yaşayacaktım. İçimdeki boşlukta oynayacaktım aşk oyununu. Kendime hoyratça batıracaktım, güllerin dikenlerini. Ellerim toprak kokacaktı.


Gece acımasızca daralıyor. Avuçlarını istiyorum! Ölmek için avuçlarını istiyorum! Kanayan bir bahara yağıyor yağmur. Bu adil değil. Uzaklaştıkça daha çok oluyorsun içimde. Bu adil değil. Beni öldür! Yalvarırım beni öldür. Dayanamıyorum bu kimsesizliğe. Ben bu olamam. Ben hesaplara yatırmış olamam sevgimi. Sınayamam içimde sana doğru hızla akan nehrin şiddetini. Ah sen! Aklımın sınırlarını zorladın. İşgal ettin içimin topraklarını. Şimdi beni sustur teninle, bana yum gözlerini. Ya da beni öldür!


çoksun içimde!!!


...gitme




neslihan




nisan 2008