29 Aralık 2008 Pazartesi

Meliha'ya Mektuplar

...



Meliha'ya



Bu sabah isteksiz uyandım Meliha. Bir kaç gündür böyleyim, ne yaşayasım var ne de gidesim.. "Sabır "diyorum kendime, sabır. Yusuf'un yanına gitsem o çukura girsem, tutsam ellerini, baksam yüzüne, anlatsam.." Vazgeç Yusuf " desem. "Vazgeç.. Sabrını anlamıyor kimse, kimse senin gibi sevmiyor.. Gözlerinin feri yok bu insanların. Bakıyor ama görmüyorlar. Vazgeç Yusuf.... Vageç.." Yusuf beni anlar mı Meliha? Yaralarımız soğur mu?


Gece vakti düşüyorum yollara, sokak sokak yürüyorum, ıslak caddeleri ezberliyor adımlarım. Arkamdan biri gelir mi? O gelende gider mi? Giden gelmiyor Meliha.. Arkanda izmarit kokusu kalıyor, bir kaç tel saçın yastıkta... bardaklarda dudakların, kapı kollarında ellerin, duvarlara sesin çarpıyor bak görüyor musun? Bizde durmuyoruz ki aslında. Gidiyoruz bizde. Kalan kimse yok geride.

Uzak bir orman derdim hep... Uzak bir orman yolu.. O uzak yolda uzak bir köy.. O uzak köyde uzak bir ev.. O uzak evde uzak bir adam. Biliyorum, bekliyor. Kadere inandım ve razıyım artık uzak uykusuz gecelere..


Var gücümle arkalarında bıraktıkları izleri yok etmeye çalışıyorum. En zoru buymuş aslında Meliha.. En zoru izleri silmekmiş.. Bir kaç fotograf kaldı elimde. Gönlüm bir türlü razı olmuyor.Yok edemiyorum. Anlıyor musun? Bir tuşa basmamla onca an, onca anı, onca tebessüm gidecek.. Onca biriktirilmiş ve karelere hapsedilmiş anı, hani günün birinde mutlu anlarımızdı diyip bakacağımız, o günleri sevgiyle hatırlayacağız diye çektiğimiz fotograflardan bahsediyorum. Biliyorum, sen bunu hep söyledin. Dedin ki; "seni böyle çekmek istemiyorum. Yanındaki o kadar karanlık ki.. Günün birinde bakarken bu kareye için ezilecek, boğazını sıkacak hep birşeyler. Üzüleceksin. Bu yüzden çekmek istemiyorum fotograflarınızı. " Haklıydın Meliha. Sen hep haklıydın..Yanağımı ıslatan, bu yakıcı şeyi tanımlayamaya çalıyorum şimdi.


Kabus dolu bi gece geçirdim. Kan ter içinde uyandım yarım yamalak uykumdan. Seni düşündüm soğuk yatağın içinde. "Acaba o şimdi ne yapıyor? Şimdi o hangi kabusun içinde kimlerle savaşıyor?" dedim. Hava soğuk ve böyle zamanlarda bilirim ki, o narin dizlerini ağrılar sarar. İhmal etme kendini. En çokta kalbini. Üşütmesinler, üzmesinler, gideceklerse gelmesinler... Gözlerim duvarlara takılyor Meliha.. Bu duvarlar üstüme üstüme geliyor. Korkuyorum. Altında kalacağım.. Altında kalacağım ve sesimi duyan kimse olmayacak... Dört mektup yazdım, dört ayrı kişiye.. Hepsini sana yollayacağım.. Şimdi bana söz ver, zamanı geldiğinde bu mektupları gitmeleri gereken adreslere postalayacaksın. Bana söz ver Meliha... Sen den başkasına güvenemem ben. Bana söz ver..



Beynimi tırmalıyor bu kimsesiz sessizlik.. Garip birşey bu.. Beni anlıyorsun değil mi Meliha? Bir ses istiyor insan evin yerlerine basan. Kuvvetli, güvenli.. Hani bastımı topuklarını yere, yer gök inleyecek... "Ben buradayım, yanında" diyecek bir ses.. Boşluktayım.. Boşluktasın.. İkimiz de boşluğu boşluğa itiyoruz.. Sen orada ben burada... Tüm ihtimalleri rüzgara bıraktım... Bilmem nerede, ne zaman sona erer bu savaş....




Sen hep öyle kal Meliha.. Tek gerçeğim gibi...






neslihan öncel/ meliha'ya mektuplar
2008/son kış







....

28 Aralık 2008 Pazar

Meliha'ya Mektuplar

...





Meliha'ya


Haklıydın Meliha.. Biz asla uslanmayacağız.. Dün gece başımı yastığa koyduğumda,gidenleri düşündüm öyle . Arkalarına bakmadan, başları önlerinde gidenleri.. Bilirsin sen de, çok tanıdıktılar.. Bildik bir filmin repliklerini tekrarlayıp durdular. Kalan hep bizdik, giden onlar.... Bu film ne zaman bitecek diye soruyorum kendime. Evet bu bir film.. Reklam arası yok bu filmin. Bitmek bilmiyor, sonu gelmiyor... Uzun bir deniz yolculuğu gibi herşey.. Bir gemi, belki de küçük bir yelkenli... Ne farkeder? Liman liman savuruyor rüzgar bizi, geliyor ve iniyorlar o gemiden ilk fırsatta. Yolcular farklı, deniz aynı deniz, biz aynıyız... Sen ve ben Meliha. Kalan hep biziz.. Hangimizin kesiklerini iyileştirmeli önce bilmiyorum. Hangimizin gözpınarları daha çabuk kurusun ki? Tükenmiyor mübarek, aktıkça akıyor yaşlar. Rahmet midir? Ödül müdür? Miras mıdır bize? Yoksa günahların bedeli mi?



Bitmiyor Meliha.. Bitmek bilmiyor yollar... Duralım mı? Devam etmek istemiyorum bu yolculuğa. Avuçlarıma çizildi kaderim, dalgalı bir deniz gibi... Alnımdakiler sadece yılların çizikleri...
Yoruldum be Meliha... Kirli çamaşırları toplayıp derlemekten, temiz hava girsin diye odaların pecrelerini açmaktan yoruldum. Hepsi pisliklerini bırakıp gidiyor bu ruhları boşaltılmış bedenlerin. Ne acı, ne kadar yazık... Yoruldum ben Meliha...



O kadar uzak ki dağlar. Gitsek yamacına tırmanmaya gücüm yok benim. Topraklara takılır benim aklım, çıkamam tepelere. Yarı yolda kalırım, belki bir ağaca yaslarım sırtımı, belki bir taşa koyarım başımı. Yoruldum be Meliha..




Zamanı arkalarında bırakıp gittiler. Gölegelerini unuttu her biri. O kadar dalgın ve soğuktu ki kalpleri, kendi yazdıkları masalların altında kaldılar.. Bir lanet olmalı bu,uslarımıza sinsice işleyen. Gölgelerini saklıyorum ve ruhlarını temizliyorum şimdi merdiven altlarında. Birgün hepsi geri gelecek... Karnımda ağıları ve gözlerimde nefretle bekliyorum.. Biliyorsun sen de, ay çoktan gitmişti zaten. Bu yüzden omuzlarım hep gece, hep karanlık yollar... Ben yoruldum Meliha...







Sen hep öyle kal Meliha.. Tek gerçeğim gibi...






neslihan öncel/ meliha'ya mektuplar
2008/son kış










..

27 Aralık 2008 Cumartesi

Ben onu öyle sevdim...

..





Gözleri dalmıştı duvardaki tabloya... Öylece bakıyordu derin derin... Ve kimbilir neler geçiyordu aklından.. Daha önce farkedemediğim birşey vardı bu hareketsiz duruşunda. Korktum... O duvardaki tabloya, ben ona bakıyordum.. Hiç kıpırdamadan. Bir an ayaklarımın üşüdüğünü farkettim ve pencereden dışarı baktım. Kar yağıyordu..




"Akşama kadar tutarmı sence, böyle yağarsa" dedim...
"Sanmam" dedi.. Sesi titreyerek...
"Üşüyor musun sen de?" dedim
"Evet serin oldu biraz, bu kış sert geçicek galiba" dedi ve gülümsedi..




Gözlerine baktım.. Yaşlanıyoruz galiba diye düşündüm. Ben yolun yarısındaydım, oysa ben den daha gençti.. Ne farkederdi ki, insan yaşadığı acılar kadardı aslında. Yaşlanıyoruz.. Hayat geçip gidiyor önümüzden... Hava iyice soğumuştu, titriyordu... Gördüm... Mutfağa gidip ona bir fincan kahve hazırladım, şekerini karıştırdım. Parmak uçlarımda yürüdüm, kahveyi dökmeden götürdüm... Gözyaşlarını tutuyordu, düşmesinler diye.. Düşüpte karışmasın bu şehre... Bir damla yaş kayıp gitse yanaklarına, biliyordu ki çözülecekti boğazındaki düğümler. Ve sökülecekti yüreğinden yılların yamaları.. Oysa uzun zaman geçmişti ve tek tek işlemişti, rengarenk tüm yamaları.. İstemiyordu... Sökülmesindi, çözülmesindi düğümler....

Ben onu öyle sevdim...




Yeni yıla az kaldı.. Sokaklar çılgın bir kalabalıkla dolu. İnsan uğultusu yoruyor bu şehri. Yüzlerine bakıyorum insanların.. Ne kadar sevinçliler, nasılda mutlular sokakları doldururken. Kurulan hayaller, yapılan planlar, iyi dilekler... Aslında herkes biliyor hiç birşeyin değişmeyeceğini... Fakat çocuk susmuyor içimizde.. "Umut hep var" diyor. İçimizde yaramaz bir çocuk misali dayatıyor.. Düşle büyüyor çocuk.. Sonu mutlu biten masallara inanıyor. Mucizeleri bekliyor hala.. Çocuk direniyor içimizde... "Var" diyor.. "umut hala var".. İyileşir mi kesiklerimiz, acıyan yerlerimiz?.. Ağırlığıyla sırtımızda yük anılarımız, hafifler mi? ..



"Yalnızım.. Çok yalnızım bu şehirde.. Bazen onca kalabalığın içinde, kendimi tek başıma hissediyorum. Sesler yabancılaşıyor etrafımdaki. Sözcükler kesik kesik . Görüntüler bulanık. Tanımlayamıyorum.. Anlatamıyorum içimdekileri. Sorunum seninle değil.. Kendimle. Seni seviyorum. Hücrelerime dokunduğun ilk anda beri. Bana dayatılan tüm ilişki şekillerini red ederek seni seviyorum!!! Sen başkasın. Beni anlıyorsun. Düşündüm. Çok düşündüm bir kaç gecedir. Biliyorum uzaklaştım, seni ihmal ettim günlerdir. Ama inan tek tesellim sendin. "O, beni anlar dedim. Bana bakınca içimi görür. Sessizliğimin ardındaki gizlediğim tüm cümleleri duyar. O beni böyle de sever, dedim." Kokun yastığıma sinmiş, sen gittiğinde farkettim. Özlüyorum seni. Sen gittiğinde anlıyorum en çok, birinin birini karşılıksız sevebileceğini. Garip bir zamandayım. Hani olur ya bazen, en sevdiklerin bile yabancılaşır. Boş boş bakarsın etrafa. Her sabah seni uyandıran o martının sesi bile önemsizleşir.. Daha bir kaç gün önce seni sarhoş eden şarkı artık anlamsız gelir. Sıradanlaşırsın sıradan hayatın içinde. Heyacanını bir cin gelmişte içinden söküp almış. Boyalar sana sen tuale bakarsın bomboş. İçindeki çocuk rahat vermez ama.. Huysuzluk ettikçe durmaz yerinde. Seni yorar. Büyük bir çığlık atmak istersin boğazın sularına, sokaklarına, köprülerine, yollarına.. İnsanların yüzlerine çarpsın çığlığın. Anlasınlar.. Duysunlar. Birazda acısınlar... Sen beni anlıyorsun. Seni seviyorum" dedi....

Ağlamam ben. Oda bilir aslında. Damlalar birikmiştir ve düşer gözlerimden. Yok ağlamam ben öyle her kadın gibi. Güçlüyüm. Güçlü kıldı beni hayat. Yaşadıklarım büyüttü beni. Oda biliyor. Ağlamadım bu yüzden, sadece düştüler... Sadece düştüler. Düştüler.. Sadece... Bana bakıyordu... Ben başımı eğdim önüme. Baksam yüzüne avaz avaz bağıracaktım. Bağırsam depremler olacak, sular kabaracak, dalgalar yutacaktı bu şehri. Bağırsam utanacak herkes yaptıklarından. Dile gelecek rüzgar. Omuzlarıma değmeye korkacak. Bağırsam kum olacak dünya..
Güçlü değilim ben. Bu onların beni görmek istedikleri kadın. Bu kadın ben değilim aslında. İçimdeki hangi beni duyuyorlar? Hangi beni daha çok seviyolar? İçimdeki hangi ben daha merhametli.. Hangi ben bana benziyor. Evet kabul hepsi güzel kadınlardı. Güzel kokardı bilekleri ve saçları dökülünce yüzüne ve parmakları dolanınca saçlarına masum olurdu hepsi. Güzel olurdu. Kim sevmezdi ki masum ve güzel bir kadını. Kim dayanabilirdi ki karşısında ağlayan bir kadına... Hüzünler ekiyorum heryeni güne. Büyütüyorum. Vakti geldiğinde gideceğim.. Güçlü değilim ben. Kalacak kadar güçlü değilim. Paramparça zaman boşlukları avuçlarımda, saklıyorum her birini.. Çözülmemiş sorular, askıda kalmış planlarım var. Bulmacanın yarısındayım. Bittiğinde, yani tüm kareler dolduğunda harflerle gideceğim. Yarım kalmış tüm cümleleri tamamlayacak ve yazgım elimde dalgalanan bir deniz olacak....


Onu sevdim. Daha önce annesinin bile yüzüne dokunmadığı gibi dokundum yüzüne. Başını okşarken dudaklarım titrerdi. Elini tutarken küçük bir kız çocuğu gibi sıkardım, avuçlarımız terlerdi... Ben hikayeler anlatırdım, o dinlerdi. En çok da, ben hikayeleri anlatırken yüzümün aldığı şekillerini severdi. O bana Picasso' yu anlatırdı ben ona Bingöl'lü küçük çocukları. Karı, soğuğu, dikenli telleri, kalın duvaları, taş kalpli sırmalı adamları... Onu sevdim.. Onu öyle sevdim. İçinde bana benzeyen hüzünleriyle...


Elinde kahvesi ayağa kalktı. Pencerenin önüne doğru ilerledi. Tülü araladı ve dışarı baktı.


"Böyle yağarsa yarına tutar. Heryer bembeyaz olur. Fotograf çekelim kar yağarken" dedi..



Yanına gittim. Ona sarıldım. Hava iyice soğumuştu....


neslihan öncel/ soğuk
25.12.2008













..

22 Aralık 2008 Pazartesi

yine soğuk..

...





susuz şehirlerin çocuklarıyız biz
yollarımız kayıp
gölgelerimiz ait olmayan topraklarda
seni düşünüyorum bazen... ve beni
eksiklerim, hatalarım ve söylediğim tüm yalanlar
beynimi tokatlıyor
tamamlanması zor
tanımlar imkansız
derin bir nefes çekiyorum
dışarısı soğuk
dişlerim birbirine vuruyor
çöksem dizlerimin üzerine
biliyorum kapanacak gözlerim
korkuyorum aslında
hiç birşey düşlerimdeki gibi değildi
uzun yol çizgileri
ara sokaklar
yanımdan geçen insanlar
yenmiş tırnaklarım
kirli yataklar
yastıklara düşen saçlarım
inkar edebilmeği isterdim
hücrelerime sinen laneti
kaç iklimden geçmem lazım
kaç geceyi bağlamam lazım bir diğerine
kimbilir....
öyle çok sevdimki onları
öyle umarsız düştüm yollara
her defasında başka bir otobüsün camına yasladım başımı
hepsi soğuk ve kalbim hep kırılgandı
çoğu zaman kırılan parçalarımı bırakarak ve yutkunarak
arkama bile bakmadan, daralan nefesimi sıktıkça sıkarak
döndüm...
yine başladığım yerdeyim
mavi duvarlara düşüyor gölgem
şimdi kış
pencerem kapalı
yine soğuk.....





neslihan öncel/ kırık zaman

aralık 2008












..

16 Aralık 2008 Salı

pencere

?












kırık bir pencerenin boşluğundan sızıyor gölgeler
odamın duvarlarına çarparak ve kanatarak dört bir yanımı
içime bıraktığın kara boşluğu boyuyorum

gözlerin

eski bir mevsim
sözlerin
deli bir rüzgar
dokunsan omuzlarıma

depremler olucak bu şehirde
biliyorum...








neslihan öncel/ kırık zaman
aralık/2008














....

4 Aralık 2008 Perşembe

hiç








hiç birşey eskisi gibi olmayacak....
hiç...

3

2

1

...........................................



















































.

30 Kasım 2008 Pazar

not


....









"Zaman çabuk geçiyor Meliha...
Ve sanırım bize mucize gerekiyor..."











neslihan öncel/ duvar notları

















...


21 Kasım 2008 Cuma

boz!

....






"avuçlarıma

siniyor
hiç dokunmadığım
bir mevsim..."







Boyanıyorum... Boylu boyunca uzanıyorum yanına. Ayaklarım boşluğu itiyor. Bir körün telaşında, el yordamıyla arıyorum dizlerimdeki izlerini... Kaç kez uyumalıyım göğsünde? Ne kadar sevebilirim seni? Hangi gözünle bakarsın saçlarımın rengine? Hangi elin dokunur parmak uçlarıma? Hangi eşikten atlamalıyım canını yakmadan... Korkuyorum!!




"Seninim.. Al ve ört üstümü.Sakla beni bileklerine."





Dört duvar ve bir oda... Küçük bir pencereden umuyorum ışığı. Değer (mi) yüzüme nefesin? Üşürmüyüm sen arkanı döndüğüne.... Sessiz çığlıklar atıyorum içimden. Soluğum gecene karışıyor... Bir "Ah!" yapışıyor dilime. Düşmüyor dudaklarımdan. Kilitlerim eski ve paslı. Yağmur altında kalmak nedir bilir misin? Beklemek senelerce hiç dokunmadığın bir mevsimi ... Gizlenmiş ve unutulmuş sözler var avuçlarımda. Bul hepsini... Boz oyununu kaderin.




Bir mumun ışığı kadar gözlerim. Yanımdan gelip geçerken gölgeler, titriyorum. Sönsem, ağır bir mum kokusu saracak etrafı... Genzin yanıcak belkide. Gözlerini kapat ve say içinden... Kaç yağmurlu gecede bekledin beni? Kaç sokak kovdu seni köşebaşından? Buradayım.. Şimdi saçlarımın bağını çöz ve öp, sevdiğin tüm kadınları bağışla hatrıma..






neslihan öncel / kırık zaman






....

hiç yazmadık!

....










çözüldü, boğazımdaki düğümler …
gecene bulaşan bir iz kaldı sırtımda
gerçekle düş arası
kırıldı camdan masal
sebebi yağmur, rüzgar ve kış
birazda SEN!!


kalanadır diye kör olası sabahlar
biz aşkı hiç yazmadık...










neslihan öncel/ kırık zaman





















...

19 Kasım 2008 Çarşamba

yoktum!

...







"kokunu yasla sırtıma ve sakla
uzun bir yol sana kaybolmak için
al ve git!
yoksul bir kimsesizlik
emanet ettim düşlerine
git!"







uzak ve yorgun bir bahardan bakacak gözlerin... izleyeceksin tüm adımlarımı. ve ezberleyeceksin adımın geçtiği tüm sokakları... caddeler sana bakacak, vuracak rüzgar yüzüne, sert bir tokat gibi patlayacak yanağında. karanlık odamın penceresinden izleyeceğim seni. sözler saklandı, yarım yamalak kurduğumuz cümlelerin ardına.. herşey olması gerektiği zamanda, olması gerektiği gibi. değil/mi?

kırık bir camdan esiyorsun şimdi, uzaktan.. ve saçlarım savruluyor geceye. unutabilirim adınla başlayan günü. yanağımdaki çukur mezar. gülüşüm tören olsun. yazılmamış ne varsa sığdırdım avuçlarımdaki çatlaklara. sustum. en çok onlar sevdi seni. ben yoktum.


onlar!

onlar yaslarken terli bileklerini sana ve için için kemirirken seni dillerinden düşen her kelimede, ben hecelere böldüm kendimi. saklandım kapıların arkasına. ellerim dizlerimde. sustum. suçluydum. en çok onlar sevdi seni.
ben
yoktum.






neslihan öncel / kırık zaman











....

8 Kasım 2008 Cumartesi

"gracias a la vida"


....



"herzaman asla elimize geçmeyecek birşeyler kalıyor. ve zamanla içindeki özlemi bastırmayı öğreniyor insan."



"gracias a la vida"




kalkamıyorum oturduğum kaldırımdan..dizlerimi karnıma çekmiş öylece duruyorum.
rüzgar esiyor, yağmur yağıyor.. kar.. buz.. çamur.. sonra güneş açıyor tekrar.. ağaçlar yeşilleniyor...
ama... ama dizlerim hala karnımda... kaldırımdayım... insanlar gelip geçiyor önümden. kuşlar uçuyor ve kelebekler...
görüyorum hepsini.. karıncaların ayak seslerini duyuyorum yine... hayat devam ediyor... ben bakıyorum öylece..
dalgalar vuruyor sahile....bazen okşuyor...bazen dövüyor...dinliyorum.gözlerimi kapayıp.. zaman geçiyor...

öğreniyorum.. . rüzgar olmayı...






neslihan öncel / oda





teşekkürler sana A...T na








....

24 Eylül 2008 Çarşamba

geçmiş bir ...ay'a


......


K....'a




arasırada olsa geliyorum ziyaretine.... üzerine ektiğim selvileri suluyorum.. gölge.... elbet gölgesinde huzur bulacaktır ruhun... yolboyunca yürüyorum uzun uzun... düşünüyorum onca geçen zamanı... yavaş yavaş uzaklaşıyor sesim.. soluğum kesliyor... şimdi güz.... ya praklar yerde mi sanıyorsun? son rüzgarda
gittler uzak bir kente..




neslihan öncel/ geçmiş bir aya






...........

22 Eylül 2008 Pazartesi

henüz yazmadım...

..............







hangimiz daha yalnızız? uzaklara dalarken gözleri...
ve Kim daha çok özledi? beklerken elleri yüzünü avuçlamış... hangisi yalandı , Kim daha çabuk vazgeçti bu oyundan.... masalın sonu yazıldı mı sanıyorlar...!!

HAYIR..!!!

henüz yazmadım o masalın sonunu.....










neslihan öncel/ oda
















..........

19 Eylül 2008 Cuma

dedi ki;

.....








dedi ki;

"bir süre sonra yağmur yağacak... ve ben ozaman döneceğim yıldızlı tepelerin ardından. ellerime dikenler batacak, dizlerime kara sarmaşıklar dolanacak o ormandan geçerken... yağmur yağana kadar...!! ancak o kadar beklerim.."




dedim ki;

sabrım, hünerle sevişilmiş bir kadın.. hasretle öpülmüş bir bebek yanağı... yüzünü görmediğim bir adam... ADAM!!! hangi soruda takıldım saçlarının ucuna. hangi uçurum daha sert kayalarla bezenmişti. ve hangi yıldız aldatmıştı dolunayı... sana sormuyorum, cevabları yuttum son rüzgarda. SUSTUM!! vakit alacak elbette ekdiğimiz fidanların koskoca bir oraman olması... birazda kayolacaksın o toprak yollarda.. alışacaksın ellerim olmadan nefes almaya... alışacağım...
son rüzgar ne zaman eser oralara bilinmez...ne zaman savurur kokunu bu şehre ve ben kaç yağmur beklerim şehrim ıslanırken senin yokluğunda....







neslihan öncel/ oda









..........

16 Eylül 2008 Salı

...ay






.....









"her dönüşün biraz daha sancılıydı.
ve daha kırılgandı rüyalarımız..."









neslihan öncel/...ay







.....

15 Eylül 2008 Pazartesi

yoksun...

.....









"ağır geliyor gölgem bedenime......"





gittin ya ,
sustu martılar
esmiyor rüzgar
ve benzemiyor hiç bir şehir sana


yoksun...











neslihan öncel/ ...ay









.....

12 Eylül 2008 Cuma

kaç!!!


.....








"kaç hayatı soluyorum içime..
kaç ağacın dalına asıyorum ruhumu..."








kaç şimdi!!! koş!!!
kaç kenti katlediyorum içimdeki ordularla...
bilemezsin... kaç şimdi!!! koş soğuk bir atlasa. seni bekliyor yollar, azgın sular ve kar.. kaç... nefretim taşarken, akarken oluk oluk kestiğim damarlarımdan sen olduğun yere çakılacaksın... çakacaksın kendini dört ayrı mevsime.. yağmur yağacak o kente ve sen ıslanamayacaksın... sarmayacak seni sarmaşıklar, çarpmayacak sesin duvarlara.. eksik kalacak her gecen ve fazla gelecek sana her doğan yeni gün. bakamayacaksın o pencereden güneşe.... yollara atamayacaksın adımlarını. her adımın geri dönecek sana... içtiğin çay, yediğin bir dilim ekmek dünkü kadar tat vermeyecek artık... tanıyamayacaksın bir sabah aynaya bakarken kendini.. ve sen aslında hiç varolmadığını anlayacaksın...
herşey bitmiş olacak.....
















neslihan öncel/oda








........

10 Eylül 2008 Çarşamba

iz yok....

....






"herşey bittiğinde, ben son bir kez dönüp bakacağım.

bu kez dolmayacak gözlerim ve bileklerimde olmayacak kokun...."




iz yok.
suskun bir resmin ardında kaldı sözlerin...






O merdiveleri çıkan olmadı ve kapı aralanmadı bir daha. ellerini ceplerine gelişi güzel sokan/ gölgesini alıp gitti. yaptığı sihir bozulmuş bir büyücü gibi şaşkın ve korkulu bakıyordu gözlerin. bahçendeki otların üzerine sinen çiğ taneleri suyuma katıp içtim. yanağımdaki çukur, kırk yıl lanetlendi/ bıraktım bir yokuşta ruhumu ve tüm sesleri kestim. ayırdım bedenimden. seslenme duyamıyorum artık / ölemiyorum da.... bu senin masalındı, üstelik boğaza bakıyordu dudağımızda kıvrılan gülücük, sen anlatıyordun yerebatansarnıcında yaşanan büyük ölümsüz aşkı. seni duydum ve gördüm onları... "aslında" demiyorum sana ve sormuyorum hiç bir şey. bir cevap yok artık biliyorsun sende. sadece yazmam gerekenleri yazıyorum. kapat gözlerini bir boşluğa ve hisset uzakları. birazdan suya düşecek nefesin...






aç gözlerini geceye /tüm görkemiyle
ve anla! aslında ölüme ne kadar yakın olduğumu....






yarım bıraktığım intihar senaryoları var diz kapaklarımda. cearetim yok mu sanıyorsun? bu kadar budala olamazsın, hatırlayabilirsin ne kadar cesaret dolu olduğumu. ellerini tuttum ben ve yumdum gözlerimi sana gecelerce. dokundum buynundaki bene... kaç iklim geçti üzerinden söyle... şahit oldun tüm bunlara. yapabilirim. inanki başarabilirim bunu... kokum gerçek olmayabilirdi ama sırtında bıraktığım iz orada. kemiklerine işlemiştir ağrım çoktan. lanetim kendime ve sen şimdi sabırsız ırmakların içinde düşünüyorsun uzak denizlere akmayı... kolay mı sanıyorsun ellerini yıkamak o sularda ve kurtulmayı istemek bu cezadan... hayır! sana asla yalan söylemedim. doğru! bulaştım ve birazdan bulandım eskilere. düşün şimdi bir kez daha, her sabah bakarken aynaya ve kurtulmak isterken gözlerinin içindeki adamlardan, benim nerede olduğumu.... telaşlı bir ateşböceği.. kendi sonunu hazırlıyor yanıp sönerken heycanla.... artık hiçbirşey eskisi olmayacak değil mi? umrunda mı sanıyorum? hayır..... biliyorum en az senin kadar herşeyi. yastığında bıraktım kırık saçlarımı... topla tek tek, tel tel beni yatağından ve bırak usulca renksiz sabahlarına. lanet et bana. lanetler yağdır üzerime adıma küfret sonra unut dizlerimi... bunu yapabilirsin... gidebilirsinde o dağın en arkasına. uzak bir köye... hiç olmamış gibi. hiç üflememiş gibi kulağıma. git...





sayma artık resimlerdeki kırk kirpiğimi
acıdı sökerken bir bir gözkapaklarım... unut...





bunu bir daha söyleme! diye haykırdın bana... koşup gittin, indin merdivenleri, kapı vurmadı bile ardından. içime oturmadı sesi ve sen cevabımı duymadın üstelik... " sen masum bir çocuk gibi uyurken dokundum yüzüne... o sabah... ve tüm duaları sana bıraktım. şimdi neden kesik kesik öksürdüğümü düşünüyorum ve neden gözlerimin karşı duvara daldığını. hatırlıyorum. çok önce ölmüştüm ben. şimdi anlıyorum bileklerimin sende neden durduğunu. ve su içerken neden doymadığımı. dilim kuruyor biliyor musun? üstelik soğuk bir ter akıyor derin yaralarıma. kurtaramadım ve oynayamadım daha fazla o oyunu. yoruldum, anlıyor musun? bir boşluktan sarkıyor saçlarım ve rüzgarda savruluyor. sana kadar ulaşmaz. korkma... sen ve ben çok uzak iki ayrı cehennemdeyiz şimdi. orada kal... kendini zehirlediğin yerde. ben buradayım oyundan atılmış çocukların olduğu yerde...







çünkü ayaklarıma batıyor
kırdığın bardağın camları...





bana geliyor şimdi ve sesi tokatlıyor odamın duvarlarını... lanetlenmiş bir zamandan isteksiz bir iklime geçiyorum... kabullendim günümü ve yazgımı unuttum çoktan... bir şeyi anlatmak istemiyorum ve aslında anlatmak anlamaktan çok daha zor. orada yokum artık ve döküldü içimde ne varsa kurumuş topraklara.... sende ak şimdi tüm hızınla uzak denizlere. yıka ellerini ve yüzünü ve boynunu ve..... dokunduğum neyin varsa yıka ve kurtul lanetimden....






neslihan öncel/ oda








.......



7 Eylül 2008 Pazar

bazı geceler

bazı geceler
yeni demlenmiş bir çay gibi
taze oluyorum
demleniyorum ağır ağır
rengim koyu bir kırmızı
kendimi görüyorum
camın ardında
dizlerim tarçın kokuyor bazı geceler
boylu boyunca uzanıyorum toprağa
gül dikenlerini sayıyorum
seçiyorum içlerinden en sivrisini
en keskin sözler gibi
canımı yakıyorum






her anlamın içinde başka bir anlam varmıydı aslında?
yoksa güneşmi yakmıştı gerçekleri?
benim göremediğim ne vardı?
bu kadar hazırlıksız mıydım herşeye?






herşey olması gerekitiği zamanda
olması gerekteği gibi
rutin ve bilindikti tüm acılar
doğaçlama yaşanıyordu hayat
ve birazda nefes alışımız...
şafak sökerken
ben o vakitler
hep son anımmış gibi
ellerini düşünürdüm
gün doğarken.






hayat her sabah yeniden başlıyordu
dizlerinde...
derman oluyordu geceden kalan rüyalar
ve gün dönerken tüm martılar
seni selamlıyordu
deniz yosun kokusunu gönderiyordu sana
sabah rüzgarıyla




sen,
o şehrin bu kıyısını severdin
karşı tarafa küfrederken gülümseyerek
yüzüme bakardın
gülümserdim....
deniz aynı denizdi oysa
sessiz ve sakin...
senden öğrendim
o yolları adımlarken, parmak uçlarımda yürümeği
kalabalıklar içinde gizlenmeği
kaçıp gitmeği hayal ederdin
uzaklara...
oysa ben avaz avaz bağırırdım içimden
"korkuyorum bu sessizlikten!!!"
duymazdın, bilmezdin, anlamazdın
çünkü sessizdim
öğrenmiştim....





büyük laflar ediyoruz küçük insanlığımızla!
bu yüzden cürret ediyoruz hayaller kurmaya,
bu yüzden aşık oluyoruz korkmadan,
halimize bakmadan,
geçmişi gömmeden karanlık kuyulara,
kapı arkasına gizliyoruz herşeyi ,
üç derin nefeste tek seferde veriyoruz tüm sözleri!!!
pişmanmıyız?
belkide.....





ıssız sokaklardan akıp gitmiyordu zaman
kalbim daraldıkça daralıyordu
küçüldükçe küçülüyordu gölgem
omuzlarımdan dizlerime iniyordu bu anlamsız sızı
sen öylece gidiyordun.
ve ben....
sessiz kalıyordum ellerim arkamda
suçlu bir çocuk gibi...





kokusuna alışmak bir tenin
ve kaybolmak içindeki caddelerde...
kimde kaldığımı bilmiyorum şimdi
nerede kaybolduğumu
hangi kaldırımda çöktüm dizlerimi
kim tuttu elimden
nerem kimde kaldı
son sözüm neydi sana
nasıl içime yerleştiğini
ve neden gittiğini....






susmalıyım artık!
eski de kalmış ne varsa yakmalayım.
yıkmalıyım bu kenti.
belki sessiz bir törenle..
sonrasını bilmiyorum.
bana ne kadar kolay olacağını anlatma artık!
çünkü seni duymuyorum!!!
sesler tükendi..
görmüyor musun?
son gemiye el salladı martılar,
çoktan sustu o şarkıyı söyleyen adam.






bana yılların nasıl gelip geçtiğini anlatma artık!
çünkü seni duymuyorum!!!
oysa ben yemin edebilirdim
senin yanı başımda durduğuna.
anlatabilirdim oysa
yanımdan geçip giden herkese
söyleyebilirdim
bir ucu çoktan yanmıştı düşlerimin
bu sırrı verebilirdim sana
renksiz bir İstanbul sabahına nasıl uyanılır?


bazı geceler
yeni demlenmiş bir çay gibi
taze oluyorum
demleniyorum ağır ağır
rengim koyu bir kırmızı
kendimi görüyorum camın ardında
dizlerim tarçın kokuyor bazı geceler
boylu boyunca uzanıyorum toprağa
gül dikenlerini sayıyorum
seçiyorum içlerinden en sivrisini
en keskin sözler gibi
canımı yakıyorum
bazı geceler...








neslihan öncel/ ay zamanı




















12 Ağustos 2008 Salı

biliyorum...










çivisi tutmuyor aklımın
bileklerim yorgun
dizlerim hareketsiz
düzensiz cümleler kuruyorum.
biliyorum...
kayan yıldızları sayıyorum
başımı yasladığım otobüs camından
şehirler arası uzun mesafelerde bırakıyorum kokumu
yastık altı düşler
ve bir kaç dua belki
yarım yamalak ezberimde kalan
avuçlarındaki ateşi ödünç almaya yetiyordu bir zamanlar
şimdi!!
şimdi aşkın, kozasını yırtıp atan bir kelebek gibi
özgür... telaşlı... heycanlı...
dokunamıyorum kanatlarına.
korkuyorum... bilmelisin...
gelişini bekliyorum, dirseklerimi dayadığım bahçe çitlerinin ardında
mutlu bir pazar kahvaltısı
belki bir bayram sabahı
yada bir doğum günü
gözüne kaçacak güneş
gülümseyeceksin
biliyorum
bekliyorum
geleceksin!!!










neslihan öncel /oda

ay zamanı





























22 Temmuz 2008 Salı

AY tutuluyor Kalbimde










bir şarkıyı bozuyorum

kesik parmaklarımla
kalbim mühürleniyor
üşüyor duvarlarım
dilsiz bir günden arta kalan
çıplak bir gece ...
renkler siliniyor gözlerimden
kokum uçup gidiyor yastığından
başka şehirlere...
ellerimde ki ter kuruyor
usul usul
ayrık otları ve sarmaşıklar
dolanıyor dizlerime
eksiliyor biriktirdiğim ne varsa
yitik bir kentin topraklarına yazılıyor adım
adım adım sürüyorum gölgemi
sana benzeyen sokaklardan geçiyorum,
geçiyorum habil soylarından
AY tutuluyor Kalbimde
bunu sana anlatamam...





neslihan öncel/oda
22.07.2008

ay zamanı

















20 Temmuz 2008 Pazar

uyu!











gelmiş geçmiş ve gelecek
tüm Tanrılara şikayet ettim seni
şimdi kimsesiz bir mevsimin gölgesin de
geceyi beklesin ruhun
tanımadığın seslerde boğ kendini
tenlerine yazıldığın
iz bıraktığın narin omuzlarında
son bir öpücük
emanet ettiğin tüm dudaklardan
ve gülümsediğin tüm yüzlerden
silinsin adın
kaybet kendini
kaybol içinin karanlık sokaklarında
yavaş yavaş yağsın üstüne
yorgun bir günün tüm laneti
ve kal orada!
yüzyıllar sürsün uslarındaki acı
bensiz doğan güneş vurmasın yüzüne
ıslak kalsın gözlerin
kurumasın, kuruyamasın, kurutmasın kimseler!!!
her düşüne bir kuyu kaz tırnaklarınla
daha derin, daha karanlık kuyular...
parça parça koy kendini sonra
ayır birbirinden umutları, hayalleri ve dilekleri...
babanın anlatmadığı masalları
annenin söylemediği ninnileri sana...
koy karaklık kuyulara!
uyurken sen
yorganın altına sokarken başını
kirpiklerin değerken yastığa
büyük bir soru sor kendine
hayat? hayat? hayat?
uyu
yalnız
duvarların boş
ellerin terli
gözlerin kırmızı mı hala?
son mevsimden gönderdim
ezberleyemediğin tüm duaları
şimdi bir zeytinin gölgesine yaslan ve uslan
orada kal
saçların ağarsın, sakallarına karışsın
ne öl, ne yaşa
benim gibi !!!
kor ol, kül ol
sonra bir rüzgar bekle
savursun seni başka iklimlere
hiç olmamış gibi
içlenmiş bir şarkı gibi
hiçlenmiş bir adam gibi
uyu! kal orada!
üç nefese ve en derinlere yatırdım seni
şimdi topla çığlıklarını yüreğimden
ben de sessizim artık...





neslihan öncel/oda

















6 Temmuz 2008 Pazar

biliyorum seni









gecenin içine
gölgesi olmayan duvarlara
sadece sana
yazıyorum tüm şiirleri
omuzlarına düşen yaramaz ay ışığı
ayakların öylesine boşlukta
basmıyor yere
biliyorum...
avuçlarının içinde terk edilmiş yalnızlıklar
gözlerinde hüzün
çocukluk düşlerimizin ara duraklarında
hangimiz daha yorgun?
hayat denen bu ziyanlıkta...
vakitsiz gel/gitler
kötü kabuslar
terli uyanışlar
umutsuz sabahlar...
hiç birini anlatmayacağım sana
uykusuz geceler
kıstırılmış düşler
günbatımının yanık melodisi...
biliyorum seni
sen ben gibisin
baktığımda gözlerimi gördüğüm
güneş ısıtacak bizi!
neden diye sorma bana
biliyorum herşeyi
aslında ne kadar şefkatli sevdiğini beni
içine girip, bir türlü çıkamadığın
dik ve çok basamaklı nerdivenleri
kaldırımların gölgelerinde
masaların sarhoşluğunda
karıncaların ayak seslerinde
bacaklarına dolanan sırnaşık kedinin gözlerinde
yastığının altına gizlediğin dualarda
üc heceye en derin nefesini koyarken sen
uykuma yatıyorum seni boylu boyunca
tutluku, acımasız belki çok derinlere...
ellerime batan
yazgımın kalemi
sil hepsini!!
gözlerimi yakan
denizin tuzu değil
sensiz olan sabahlar
gecenin köprü altı şarkıları
kendine ağlayan bir ırmak
kavuşmak için
akıntıya kürek çektiğim
saplanıp kaldığım cümlelerine
sen ben gibisin
biliyorum seni...
gülün şaşkın dikenleri
mavi balığın kalbi
kokuna hasret ben
inatçı rüzgarlar
esse deli gibi şimdi
istanbul gelse
sen gelsen buralara...
yağmur olsam ben
yağsam utanmadan tüm şehirlere
tenime dokunduğun zaman







neslihan öncel/ oda


ay zamanı






















2 Temmuz 2008 Çarşamba

iki köprü arası









kızıl ormanların asi ruhu
sen!
yosun kokusunu sevdin
dizlerimdeki,
hazla koşarak ateşlere
atarak yüreğini;
mor dağların ötesin de uzak,
amber kokulu sabah
iğde yapraklarının giziydin
dokununca sırları dökülen...

yağmurlu bir sokakta
yolunu bulmaya çalışan bir gölge
ıslak toprağın hüznünü
sürükleyen bir ırmağın kıyısına,
giderek çoğaltan ümitlerini...

yoksul sessizliğin mührü
belki de boynunda ki bende,
derin sularda
bulduğum; adı "rüya" olan
ılık bir yaz gecesi
içime akan sesin...

biliyorum ki, daima oradasın,
iki köprü arası
boğazın sularına gerili yüreğin
martıların ıslak kanadında
kumdan düşlerim
görkemli bir kale olmayı bekliyor,


istanbul'un durgun uyanışında
nefesimsin eriyip kanıma karışacak,
ellerim dizlerim bileklerim
yanık tenine hasret



sen benim kaderimsin!!!







neslihan öncel/oda


(K) ay zamanı












1 Temmuz 2008 Salı

sımsıkı







derin bir hüzündür
gecenin koynuna gizlediğin
avuçlarındaki kıvrımlarda
geçmişin sığ suları saklıdır
bulanık bir su damlası akar
yolunu bulur yatağında
denize varır ağır ağır
geç kalmış bir tebessüm
konerken yanağına
dilinde buruk bir merhaba
ve belki de
kendi sözcüklerinden korkarken sen
ağzının içinde yuvarlanır
tüm bildiğin yeminlerin
tükenişin ve geçmişin
karşılıklı vurur kadehleri masaya
kederle...
eski bir görüntü geçer gözlerinin önünden
uzun bir yol
yolun sonunda bir oraman
ormanın içinde yürürken sen
tek başına,
kulaklarında kuş sesleri yankılanır
ağustos böceği notasını bozar şarkının
senin her adımında
yine de gülümsersin
ilerlersin ormanın sonundaki eve
uzaktan kokusu gelir
evin ahşap duvarlarının
seni çağırır dileklerin
bir gölün dinginliği karşılar seni
kaybolmak gibi birşey
huzur...
herkesden uzak
tüm seslerden
kent saçmalıklarından
süslü kadınlardan
ağzı çok laf yapan adamlardan
uzak... uzak...uzak...
yalnız bir düştür aklında kalan
yorgun sırtının tam ortasından geçer
biriktirdiğin özlemlerin
rengi koyu
tadı buruk
ezberi zor tüm şiirler gibi
aklında kalan son kelimesidir
aşk!
eski bir defterin yarım kalmış tüm cümlelerini
bağışladım sana!
sular kurudu
toprak çatladı
denizler çekildi
yıldızlar düşüyor şimdi gökyüzünden
tükenişin ve geçmişin
karşılıklı vururken kadehleri masaya
tutabildiğin tüm dilekleri tut şimdi
sımsıkı...






neslihan öncel/oda





(K) ay zamanı

















30 Haziran 2008 Pazartesi

bu gece dokunma







bu gece dokunma bana
bırak
sensizken hangi kuyularda
boğulur düşlerim
bileyim
omuzlarımda nefesin olmadan
hangi yüksekten düşerim
çakılır mı ruhum
senin geçip gittiğin kaldırımlara
hangi şehir bana lanetler yağdırır
iz bıraktığım akşamların ardından
bu gece dokunma bana
bırak
sensiz iklimlerin
rüzgarları vursun yüzüme
tir tir titresin bedenim
sen boğazda adımı anarken
avaz avaz
dalga dalga vursun hasretin
gözlerime
bu gece dokunma bana
bırak
sensiz kaç kere ölürüm
görmeliyim...
sen!
anlatılmamış masalların kahramanı
dudağımdaki çatlakta gizliydin bunca zaman
yanağımdaki çukur senin dileğindi
ve işte kabul etti Tanrılar
tüm kehanetler çözüldü
özgür bıraktım ruhumdaki martıları
şimdi söndür ışıkları
gün kaderi döndürmeden
geleceğim







neslihan öncel/ oda


(K)ay zamanı

























29 Haziran 2008 Pazar

bahçe






toprağa sinmiş bir tanrıçayım ben
yalaz bir iklimin kucağında düşlerim
gümüş taslarda şaraplar sunan
kulağındaki sesin sahibi benim
giy tüm mevsimleri üzerine
en güzel kokuları sür saçına sakalına
dök ağır uykunu üzerime
gizli bir arka bahçe
bir gece masalı
belki de bir dua sonrası
gözlerin henüz kısılmışken
erken
gençken
istiyorken hala
özlüyorken
sızlıyorken sol ciğerin
döneceğim


neslihan öncel/ oda






28 Haziran 2008 Cumartesi

o kadın








boş caddelerin
alçak kaldırımlarında
ziyan edilmiş
bir hayat vardı
yağmur yağmadan önce...
hayalet gibi adımlar
bunca zaman
o kadında nefes aldı
gökyüzünde sönmüş yıldızlar gibi
Kristallnacht'ın kırılan camı,
kadının etrafında
siyah caddelerde
gözlerinde ki dehşet
ölümün trenine
kesilen ve ayrılan
bozulan ve bükülen
demiryolları yolları boyunca
onu neyin yuttuğunu aradı
hüznü avuçlarında
bir ezber gibi
yürüdü...
susturulan bir çığlığın
gözyaşları parladı..


sesler

izler

yazgı


birisi sadece
hayır demiş olsaydı
birisi sadece
zamanında dökebilseydi
dilinin ucundaki sözcükleri
adil olabilseydi hayat
belki de...
kadın
kurtarabilirdi yarını
değiştirebilirdi yazgıyı




neslihan öncel/ oda








17 Haziran 2008 Salı

"yarımları rüyayla eşitleyen sözlerin sahibine"




"yarımları rüyayla eşitleyen sözlerin sahibine"




muhtaç yazgısına

diz çöktüğüm
çocukluk düşlerimin duası
eski bir aynanın
ardında çocuk yüzü



gördüm
dizlerindeki çatlakları
eski bir oyundan kalma
henüz kabuk bağlamamış yaraları
öptüm



hüznü
yaşlı bir bilgeden
alınmış bir gece vakti
küçük bir kutuda
avuçlarına bırakılmış




fotograftaki babasının
yakışsın diye sırtına
çocuk
ellerini uzatmış



bilememiş
duruşundan
omuzlarının ardında
yarattığı dağları



sakin
bir düşü parlatmış
uzun gecelerin
yastık altı sırlarında




denizlerin köpüğünden
kıyılara vuran
sözcüklerin
suskun ağzı




denizi olmayan
o kentin sokaklarında
yürümek yakışsın diye yarına
gülümsemiş
kendisinden habersiz





"babalar günün kutlu olsun"







neslihan öncel/ oda











15 Haziran 2008 Pazar

zaman!!






bunca zaman ,
parmaklarımla kazıdım

her gecenin sonrasını
hünerle sevişilmiş
kadınlar ve erkekler bıraktım ardımda
kendimi kendimde sakladım
etten ve kemikten
terden ve dumandan yazıldı
tüm kelimeler damarlarıma...



geride bıraktığım tüm geceler
fesleğen kokulu adıma karıştı
karmaşıktı biraz da
adına aşk dedim!



bir başka duaya ihtiyaç duymadı
beni seven erkekler
ben bir kumdum
işlendim üç mevsim
kara bir delik üfledi dudaklarımdan



"Ol"
dedi.
"sen güneş ışığının kırıldığı bir camsım.
Tanrı senin için indirdi renkleri yer yüzüne"



kalandım ve asla yazılamayan.
bu yüzden adım hiç bir şiirde geçmedi benim
"dudaklardan dökülemeyen dua" dediler, bana.




ayaklarımla ezdiğim üzümler
ve mor dağların etekleri
biliyorum,
başka bir ülkeyi anlatıyorum
sana anlatıyorum tüm bunları...




sana cenneti vaad ediyorum
sırları avuçlarımdaki çizgilerde
sen yine de bakma
gözlerin dalar gider
o sonsuzluk ırmağında
dudaklarından düşer adım
sakın sen bakma avuçlarıma
güneş ışığını kırmalıyım önce!!!




zaman

çok zaman önce
geçtim araftan
ilk nefeste
tek hece de
gergin göğsüm de
kemiklerim...




geçmişte görülmüş bir rüya değil
gözlerimde taşıdığım gölgeler
başka bir kadının yazgısını
değiştireceğim...




gördüm, gri duvarları
en koyu harflerle
nasıl delip geçtiğini...
anlatmalıyım sana
onca zaman,
kırmızı tuğlalara bakan penceremden
güneş ışığını nasıl sızdırdığımı,
anlatmalıyım.




bir gölün sakinliğinde/ yüzünü
tanımadığım adamların
ıslıklarında/ sesini
aradım!
aradım bütün sığınaklarda
bedenimde olması gereken...
ruhum senin bileklerindeydi belki de.


sorduğum ve öğrenemediklerim,
sorduğum ve öğrendiğim
bütün sırların hatrına
renkli ve görkemli bir düğün bu
başka bir kadının
yazgısını değiştiriyorum.




ölümlü denizlere
yalan söyledim
kahanetleri ayın ışığıyla değiştirdim
seni tenimden sızan
her bir damlanın içinde yıkadım
arndırdım tüm günahlarından...




ben, sırtındaki doğum izinde
bunca zaman
sırf kaderini yazmak için bekledim.
sessiz ve derinden
yoktan okyanusların
kimsesiz sesinde...




neslihan öncel/ oda











14 Haziran 2008 Cumartesi

sana!!!











"güneş küskün bir çocuk olur geceleri"





taze çimen kokusu
sırtın dut ağacına yaslı
bahar vurur çıplak ayaklarına
herşey basit ve kolaydır aslında
görebilidiğin kadar gidersin
gizli bir dağ yolu
tahtadan bir ev
biryerlerden kulaklarına aşina bir melodi
az biraz ilkbahar





sadece senin için düşledim
kaçamak karanlıkları
ve bu yüzden belki de
güneşi küstürdüm kendime
geceyi sevdim
tenini sever gibi





geride kalan tüm zamanlardan
insan çığlığından
dünya telaşından uzak
sadece sana
sadece sana
sana!!!
eflatun bir gece yarattım...






neslihan öncel/oda