12 Mart 2008 Çarşamba

elim sen de...




Hiç düşünmemiştim, bir gün büyüyeceğimizi.
Hani çocuktuk biz, öyle masum öyle mahzun bakan hayata. Birimizin eli birimizde… Ceplerimizde ikiye bölünmüş bir simidin susam tanelerini biriktirirdik okula zamanı. Avuçlarımızda iki zeytin tanesi, bahçede kardan adam… Çocuktuk. Bahçemize yağan kar gibi, saf ve beyazdı ellerimiz. Elimin biri sen de diğeri cebimde olurdu. Ben ne çok severdim seni de söyleyemezdim. Çocuktuk. Sonra büyüdük…

Sen uzun yolculuklardan dönerdin, evinin bacası tüterdi. Herkes bilirdi, “ dönmüş” derdi ben gülümserdim. Sonra koşarak gelirdim kapına. Ben dört kere vururdum kapının tokmağını, sen bilirdin benim geldiğimi. Aramızdaki parola. Çocukken de böyle yapardık. Sen uzun yol hikâyeleri anlatırdın karlı kış gecelerinde. Ben başımı omzuna yaslar, gözüm sobanın alevinde seni dinlerdim. Taze çay kokusu gelirdi buram buram ve bir de taze çörek kokusu. Anlattığın kentlerin sıcak yaz geceleri belirirdi kafamda, sesinde ısınırdım. Yanaklarım kırmızı…

Sen, kayıp bir kenti keşfetmek gibiydin. Her sokağın umuda açılan yoldu benim için. Karlara bıraktığın el izinden, rüzgâra bıraktığın kokundan bulurdum seni. Sen giderken, benim içimde sessiz yürüyüşler başlardı. Sonra sert rüzgârlar ve amansız fırtınalar. Nedensiz değildi kaygılarım elbette, “ ya dönmezse” derdim “ya dönmezse”… Küçük bir kar tanesinin, eriyeceğini bile bile yağması gibi, yağardım yollarına. Beklerdim. Büyürdüm. Üşürdüm biraz da. Bir elim sendeydi. Bilirdim. Dönecektin nasılsa…




neslihan



mart


2008





Hiç yorum yok: