20 Şubat 2008 Çarşamba

Birisine mektuplar...



Hatırlıyor musun, hani bir şarkı vardı deli gibi aradığım. Hiç duymadığım bir şarkı, dinlemediğim halde içimi ezen, yüreğimin acıyla hissettiği… Anlayamadığım bir şekilde özlediğim bir şarkı vardı. Sen o şarkıyı kaybetmiştin çok zaman önce. Uzaktaydın. Bekliyordun bir gün sana gelsin diye. O başka bir şehirde hapsolmuştu karton kutulara, sen çok uzakta bir okyanustun. Yine böyle bir geceydi. Hatırlıyorum, böyle ıslak bir geceydi, o şarkıyı bulduğumda. Yorgundu, özlemişti koynunu. Ona dedim ki “o seni bekliyor, hadi uzat elini Dilber” .


Onu sana verdiğim geceyi düşünüyorum bazen, öyle yüreğime dokunmuştu. Birbirinize sarıldığınızda gözlerinizdeki hasret, gözlerimden dökülen yaş olmuştu. Uzaktan baktım size. O kapının dışından, o eşiğin bir adım gerisinden, o merdivenin son basamağından, öyle uzaktan baktım size. Ürkek ve yalnız bir yürek gibi, o şarkı olmak istedim kulaklarında. Dilber…

Geceleri üzerine uzanırdı Dilber. Sarardı seni sıcak kollarıyla. Öperdi ellerini. Dünyaları küçücük sayfalara sığdırdığın, parmak uçlarını severdi. Yüreğine dokunurdu ya ben acırdım, kanardım kendime. Hep o olmak istedim sonra. İçine sızan bir şarkı… Özlemle kucakladığın, sorgusuzca pencerelerini açtığın, hesapsızca her gece yatağına aldığın… Üzerine uzanmak istedim, o şarkı gibi. Dilber gibi…


Bazen evime, bu karanlık odaya gelirdi Dilber. Şen kahkahalar atardı. Neler yaptığınızı anlatırdı bana. Dinlerdim onu gülümseyerek. “Ah” derdim nasılda mutlular. Dilber fettan bir güzeldi. Senin aklını başından alan… Rengi yoktu onun, kimselere benzemezdi. Tarçın kokardı teni, gözleri kısık sana öyle bakardı. Ne çok severdin onu. Dilber bir benden kıskanmazdı seni. Bir bana söylerdi nasıl seni öptüğünü. Sonra saçlarını savurur “gitmeliyim, gece oldu, örtmeliyim tenini, bekler beni” derdi ya nefesim kalırdı içimde. Ona ”hoşça kal” bile diyemezdim. Yorganın altına girer ağlardım ardından.

Hiç dinlememiş olsaydım diyorum bazen. Bilmeseydim onu. Akmasıydı içime duru bir su gibi. Karışmasıydı kanıma. Onu aramak mı yoksa bulup da ellerine vermek miydi hatam? Hata var mıydı? Kendi, kendime sayıklıyorum yine. Sana soramadığım ne varsa, cevaplarını asla bulamayacağımı bildiğim halde, sırf etime batsın diye kancalar, acıtsın diye kendimi, kendime soruyorum tüm soruları. “Vazgeçeyim" diyorum aynalara, “dur bekle” diyorlar bana.

“Vazgeçmek kendinden, bu kadar basit değil. Sevmek olsa belki. Sevmek boşluğa düştüğün anda seni yakalayan basit bir andır. Oysa vazgeçmek kendinden bu kadar basit değil. Bekle…” diyor aynalar.


Çaresiz bekliyorum bu eski evin arka odasında. Pencerem hala kırmızı tuğlalı duvara bakıyor. Geleceğini bilmeden, akacağını ummadan ellerime çaresiz bekliyorum.

Hani hatırlıyor musun, ikimizde uzak şehirlerde, ayrı zamanlarda, aynı cümleyi yazmıştık hayata. Sen iki harf fazla eklemiştin. Kaç hayat vardı yüreğinde o iki harfi eklerken diye düşünüyorum. Ben sen de var mıydım, kıyılarına dokunabildim mi? Ben senin içine yazabildim mi adımı, bırakabil mi kokumu? Haklısın. Hayat nasıl da ziyan ediyor her şeyi… Nasıl da…

Ben sensiz kaldığım gecelerde, sohbetlerimizi düşünüyorum. Beni ağlattığın hani… Anımsıyorum, hep içindeki ağırlığı, o karşı konulamaz gitme isteğini, karanlık bir gecede kaybolmayı, bir yaprak olup toprağa karışmayı anlatırdın. Bazen bir şarkının içindeki kadın olur gelirdim koynuna, deli gibi sevişirdik, sonra ben ağlardım. Koynuna alırdın bir “eyvah” gibi sarılırdın bana. O an ölmek isterdim, erimek isterdim, içine akmak. Kalmak öylece. Sende, senin…


Oysa sen; Tanıdığını sanıyorsun, anladığını, her şeyi bildiğini... Keşke gerçekten okuyabilseydin satır aralarımı, gerçekten bilebilseydin bazı şeyleri, nasıl.. Bir bilebilseydin yüreğimdeki fırtınalı denizi. İçimin nasıl köpürdüğünü… Bitkin görünüyorum, belki gerçekten de bitkinim, ama içimde benim de bilmediğim bir şey var ve bir şekilde hala o düşteyim. Keşke görebilseydin..

neslihan


kış


2008




2 yorum:

efrasiyab dedi ki...

ellerimi yumruk yapıyorum ve sallıyorum yıldızlara. kaç gidiş yıkamadı bu nasırlı kalbi. çünkü bu nasırlı kalp kimseye göstermedi içindeki hazineyi. her şeyi bilmek değil, her şeyi sevmek bunun adı.

ve geceyi o elleriyle taşıyan, ey taşıyan... o yıldızları saçlarına kurdela yapan. bilirim o yıldızlar tanrıların bile üstüne parlar. varsın olsun seviştiğim buz gibi sabahlarımmış meğer diyeyim. biliyorum her yangından arta kalan şeyi. biliyorum her şeyi...özlenen bir pişmanlık olur her arta kalan.

Adsız dedi ki...

hmmmm