18 Şubat 2008 Pazartesi

hiç...



Hiçliğin topraklarını kazıdım ellerimle, senden arta kalan son bir kaç sözü bıraktım nemli topraklara. Onları da gömdüm, büyük bir selvinin altına. Dua eder gibi açtım ellerimi, yüzüme sürdüm. Toprak kokuyordu ellerim. Uykularımı kaçırdım yastığımdan, hayaline gömüldüm. Düşlediğim her istasyonda sen varsındır diye kalmak istedim. Orada kal istedim. Gitme diye gideme diye haram ettim gözlerime uykuyu. Tekrar dalarsam geceye ve düşersem o rüyaya, “hoşçakal” deme diye uyumadım. Karlı bir sabaha teslim ettim soğuk geceyi.




Her yanım ortadaydı. Oysa sen kenarda bir yerde kalmamı, bir çakıl taşının ya da bir ağacın arkasında gizlenmemi istemiştin. Bir kum tanesi olmalıydım senin için, sana ait okyanusların derinlerinde, herkesten gizli. Gerçekte hiç olmadığım kadar kenardaydım aslında. Görmedin, anlamadın beni. O okyanusun dibindeydim. Sendeydim. Duymadın ciğerlerimi boğup, gırtlağımı parçalayan feryadımı. Oysa ben, hep yalnızdım. Sen gelene kadar, beyazdı bu sayfalar. Sen gelene kadar, korkmazdım sözcükleri kaybetmekten.




“Bir martının çığlığıdır gece,

boş sokaklarda yankılanan.”






Böyle olacağını bilmiyordum. Küçüktü ellerim, bu özlemi tutamayacak kadar ağırdı sevdan. Ne zaman yaslansam omzuna, sarılsam sıcacık tenine, sanki bir ömür akar giderdi gözlerinden. Tutamazdım zamanı. Savaşamazdım seninle, teslim olurdum ellerine…




Suçlu muyum? Özür dilerim sevgilim. Ben hayatı böyle düşlememiştim. Hayat, o gölün kenarında ayaklarını suya sokan siyah gözlü çocuktu benim için. Yüzmeyi bilmeyen hani. “Boğulurum” diye atlamayan sulara. Oysa göl, huzurlu bir diz gibidir benim şehrimde… Hayat benim düşlerimin ötesinde, hırçın bir dalgaymış, acıtırmış kayaları. Karmış hayat. Buz gibi, dizlerine kadar batıp batıp çıktığın. Çığ olurmuş gerçekler, ufak bir seste düşermiş ıssız evine. Özür dilerim sevgilim… Tanıdık bir melodi sanmıştım sende var olanı ve birisi duydu diye gülümsemiştim aynalara.





”Kestim gözlerimi gecenin içinde,

Kar, lekeli bir fahişe artık…”



Böyle olsun istemedim. Hayatın bizi sürüklediği bir akıntının içinde, dallarından düşmüş yaprak gibiyiz. Nereye kadar sürer, nerede son bulur yaprağın kaderi bilinmez. Her şey ansızın başlayan ve akıntıya yön veren rüzgârın elindedir. Bilirim. Ama inan bana sevgilim, böyle olsun istemedim. Ne yaprak, ne rüzgar… Hayat!!! Hayat nasıl da ziyan ediyor her şeyi…


Beni affet!!! “Sen rengi koyu düşüncelerin yolculuğunda uzaklara daldın, durdun. O yollarda, içine girdiğin cehennemi, içinde kaybolduğun zamanı dökerek sayfalara, yazmanın gücüne sığındın. Belki de sorun, yitirdiğine inandığın bir kimlik arayışının içinde kaybolmandı. “ Affet beni!!! Ben o yolun sonunda bile değildim.


Ömrüm… Sanki çıkmaz bir yolun başında. Adımlarım korkuyor kuşkulu sessizlikten. Eksik kalan birkaç an var diyor ellerim. Zaman, bir kelebek kadar. Bir kelebek kadar yaşlı doğuyor güneş. Senin kadar korkuyorum ben de, o girdapta kaybolmaktan. Mum gibi eriyorum, kayıtsız kalıyorum edindiğim yerlere. Belki de ben sığındım bu sessizliğe.




“Ses, gülümsemesiydi Tanrıların,

dalgaların kıyılardan çekilmesiydi sessizlik.

Tanrılar gülümsüyor yeni güne…”




Soğuk bir odanın umarsızlığı, gecelerin içinde süzülmeye başlar. Bildik bir şarkı söyler dilin, sen den habersiz. Seslerden ümit kesilmişken, küllerinden yeniden doğarsın tutuyla. Bir şiir yazarsın geceye… Yalnızca uzak bir iklimden gelen göçebe kuşlara söylersin, içinde ne kalmışsa söyleyemediğin. Dalgalar kıyıdan çekiliyor sevgilim, birazdan sabah olacak. Tanrılar gülümsüyor yine güneşe…

Ben seni o zamanlarda gördüm. Kuşlar şarkı söylerken, sular dupduru akarken, henüz çöl olmamışken yüreğim… Sisli değildi gözlerim o zamanlar, henüz aklım yerindeydi. Bu kadar uzaklara gitmemiştim alıp başımı. Kimseye emanet etmemiştim kanatlarımı. Kimse iz bırakmamıştı sırtımda. Derin yaralar açılmamıştı dizlerimde, düşmemiştim henüz. Sokaklara kokumu bırakmamıştım, kimse avuçlamamıştı saçlarımı. Ben seni o zamanlarda gördüm. Sen, hep bir masal önündeydin düşlerimin.





“Sabah seherinde yıkadım düşlerimi,

arındım kendimden.

Suskun bir sabah değdi gözlerime.”







neslihan




kış



2008

1 yorum:

efrasiyab dedi ki...

kar yağıyor şehrime akşam olunca.
akıp gidiyorum penceremdeki gri renge... lal olmuş gibi... geçmiş nasıl da kesip geçiyor geleceği. bu pencereden akan su damlası, bu kesilen yerden sızan kan, bu gözyaşı...