30 Ocak 2008 Çarşamba

Ahh!!!

Annenin tavan arasına kaldırdığı üşüyen çocukluk hayallerini, bir zamanlar gözlerine düşen masalları düşün! Nasıl açardı güller gamzelerinde. Şimdilerde bir zamanlar babanın anlattığı masalları hatırlamaya çalışarak, gözlerini yumarak kendine, soğuk ve uzak geçiyor uykulardaki düşün. Masumdun, suçun yoktu senin. Ekrem amcanın camını sen kırmamıştın. Ben biliyordum. Günahsızdın. Yüzlerce karanlık geceye değer geçerdi mahzun ve makul gülüşün. Zaman geçiyor değil mi? Eskitiyor her bir şeyi. İçine mıhlanmış her bir anı sızı içinde. Düşlerine ve özlemlerine takıldıkça gölgeler, uçurtman düşüyor uykularından. Ahh!!!


Sırtını dönmeye korkardın, bakamazdın aynada ki ayak seslerine, sayamazdın kaç adım var arkanda. Böyle soysuz gecelerde arkana bakmaya korkarken, öyle düşlerin vardı senin; biri gelsin de alsın canını isterdin! Sonra o dağın arkasında baharı görürdün yine bal arısı konardı yanaklarına, acıtsa da gülümserdin. Boyun kadardı rüzgar, kıyamazdı omuzlarından ötesini yalayıp geçmeye. Saçlarını savurmazdı, bilirdi üzülürsün. Sonra fırtına gelirdi ateşleri cehennemden tenine doğru itelerdi, yanardın. O utanmaz sen utanırdın, kızarırdı yanakların. Kaç “Yusuf” sığardı oralara kim bilir… Neyin izi bu sende ki? Kim kırdı gülüşünü “Ey Hayrülbeşer!” Ahh!

Nefesinin sonsuzluğa doğru nasıl koştuğunu gördüm. Sustum. Koktum. Soluğum kesildi derinden. Önüne çıkan ne varsa ezip geçiyordun sen. Bu kadar mı özlemiştin orayı? Bir ah! Duymadın arkandan avaz avaz bağıran balıkları. Ağlıyordu mor dağın etekleri. Denizler derin bir iç çekti, kendine çekildi sahiller. Bu kadar mı özlemiştin orayı? Arkandan dua etti karıncılar. Çöllere gönderdi rüzgar yağmurları. O adam vardı bir de. Rüyanda bile yüzünü görmediğin hani. Hani hiç duymadığın sesini. O adam lanet etti arkandan. Ah!!

Bendim o! Cebimden bir avuç dolusu çıkarttım. Elimde henüz kokusu uçmamış bir tek aşk. Tutmakta zorlandığım. Denizi olmayan bir kentin topraklarına gömüyorum henüz teri kurumadan nefesimde. Rüzgara emanet yüzüm salıyorum. Sen pencereni açık tut. Belki gölgesi gelir o ıssız eve.




Neslihan



kış 2008






29 Ocak 2008 Salı

kalmak...

Başladığım yerdeyim. Gezindim durdum evin içinde. Eşiklerden atladım. Odalara girdim. Perdeleri kapadım. Hep başladığım yere geri döndüm. Yüzümü yıkadım. Saçlarımı taradım. Masaya oturdum. Bir fincan kahve içtim. Sokak kapısını açtım. Üç mermer basamak indim. İlerledim bahçede. Kar yağıyor. Biliyor musun? Asfaltları yerlere çakan bendim o gece. Elimdeki çiviler eksildikçe etimi çiviledim, dişimi çiviledim ve gözlerimi... Durmadım. Birileri gitsin diye şehirler ektim yollara. Kendime kalmak için bir adres aradım. Bulamadım. Birileri gitti ben bulamadım.

"Kalmak" dediğim neydi ki;


“Kalmanın” kapıları kapandıkça yüzüme, saçlarımın arasından kurtardım her birini. Ellerimi sakladım sonra kibrit kutularına. Kabuk bağlamış yaralarımı yoldum. Kanattım kendimi. Giden onlardı, kalan ben. Bulamadığım adresler, kalamadığım kapılar vardı. Her bir kapı evvele kitliydi. Bir hevesten heder olsam, kimse sevmezdi beni. Kokumuz tanıdık, korkumuz yakındı oysa.


İnsan neresinden başlar gitmeye? Giderken tükürür mü kum saatlerine? Geçmiş kemirirken içimi, bir “kal” geliyor dilime, sonra bir dilek, tam da şuramda işte; kirpiğimden ucuna, iki kaburgam arasından bir gülümseme düşüyor denize. “Gitme” desem intihar sayılırdı o halde git.


Birileri gitsin diye şehirler ektim yollara. Kendime kalmak için bir adres aradım. Bulamadım. Birileri gitti ben bulamadım. Gidemediğim gibi kalamdım da herhangi bir adreste...




neslihan


kış 2008








28 Ocak 2008 Pazartesi

ben..

Geceden kalma sarhoş başım. Tedirgin ellerim. Yarısı kararsız duygularımı, katledebileceğimi göz ardı etmeden, zor emirler veriyorum kendime.

Ne zoruma?

İçindekileri masaya koyup da kendini anlayabilen var mı? Anladıklarını anlatabilen var mı birilerine? Biraz hesaplasam. Yapıyormuş gibi yapsam. Ölçüyormuş gibi... Düşünüyormuş gibi yapsam. Düşsem.

Diksem gözlerimi aldırmaz bir ifadeyle “evet” desem. Gülerim kendime. Ağlarım sonra. Ardından yağmur yağar bir kelebeğin ağzından. Dağlar diz çöker, denizler kurur. İnsanoğlunun her şeyi uydurmaya gücü yetiyor . Kırıyor bütün camları. Kendi kendine inanıyor insan. Yaşıyormuş gibi, yaşamış gibi, yaşatmış gibi yapıyor da insan, inanıyor. Sahi yaşadım mı ben o şehirde? Genzime su kaçtığında, sırtıma vuran kimin eliydi? Hayret. Genzime su kaçmış mıydı?

Kayalara zincirlerle bağlanmış ziyan bedenim. Yazık bana. Ruhumun saf bir melek, dalda kiraz, çölde serap, uçsuz bucaksız bir bulut olduğunu iddia edebilirim. Evrene dair sırlar verebilirim. Bir günah bulup işleyebilirim; cinayet gibi... Annemin haberi bile olmaz, babam çoktan uyudu. Yeni bir günah işleyebilirim ve ceza almadan kurtulabilirim. “Hepiniz yemediniz mi o yeşil elmayı?” diyerek, suçu sizin üzerine atabilirim. Yüzümü ellerimle saklayabilirim. Ağzımı dağıtabilirim, dilimi bozabilirim. Seni özleyebilirim ve bunu sana söylemeyebilirim. Aklımı kaçırıyorum ona sahip ol diyebilirim. İki aşk arasında bırakabilirim birilerini. Kanın gövdeyi yalamasını izleyebilirim uzaktan. Buna gülebilirim. Mis gibi kokabilirim.

Daha birçok şey üretebilirim asılında, şu ellere sığmaz aklımla. Fakat şimdi yorgunum. Neler olup bittiğinin farkında değilim, bırakın gideyim. Bunu daha sonra yapabilirim.

Denedim. Birden ona kadar sayabiliyorum ve aklım hala yerinde, merak etme. Denedim. Adımı ve hangi yılda olduğumu hala biliyorum.

Ben…

Neslihan

kış 2008

susuyorum...

İnan bilmiyorum. Neyi bilmem gerektiğini bile bilmiyorum.Tıpkı nerede olduğumu ya da nerede olmam gerektiğini bilmediğim gibi... Anlam veremiyorum sonra. İnsan anlayamadığı şeyden korkarmış, korkuyorum sonra..

Karıncaların nasıl ağladığını biliyorum sadece ve heryerin nasıl sus olduğunu. Denizlerin nasıl çekildiğini kıyıya. Gemilerin nasıl karaya oturduğunu biliyorum. Kuyuların nasıl kuruduğunu, o kuyulara Yusuf'u nasıl attıklarını biliyorum.Yanağımdaki gamzenin laneti biliyorum. Siyah saçlarımın nasıl koktuğunu. Gözlerimin yeşilini biliyorum / aynalara küs.Korkuyorum. Mor bir dağın gölgesinden korkuyorum ben. İnsan görmediği bir dağın gölgesinden korkar mı bilmiyorum. Bilmediğimi biliyorum. Susuyorum.

Bir adam tanıdım. Her gece küçük evinin camında elinde bir kaşıkla beklerdi. Saatlerce beklerdi, günlerce beklerdi. Gökyüzünden düşen yıldızları, elinde tuttuğu kaşıkla yakalardı. Her gece beklerdi düşen yıldızları. Her gece yıldız toplardı, tekrar geceye bırakırdı onları. Gökyüzüne salardı yeniden...

Ruhum kanıyor. Bir cam gibi parça parça kırılıp kesiyor ellerimi. Kanıyorum. Bir kum saati gözlerim zaman akıp gidiyor. Kanıyorum. Kanımdaki soysuzluğa inat kanıyorum. Kan kaybım ses kaybına dönüşüyor. Susuyorum...
Sessiz ve usulca. Kıyından geçiyorum.

Sessiz kanıyorum kıyılarına...




nslh@n





kış 2008

27 Ocak 2008 Pazar

dinle..

boğuk bir zamanda, uzak bir iklime süzülen çığlık , dur!
dinle…

bu defa dur ve dinle!


gecenin ardına gizlediğin o yamalı tenin..
gül dalında diken, öylece dikilecek, bak!
dinle…

buz aslınsa buz olmadan önce neydi? Öyle sakin, öyle soğuk..
dinle…

yazgından, uykundan kaçarken kendinden sana!
dinle…

karışmadan terin tenime, üzerime sinmeden kokun… Kahretsin sus!
dinle…

kestim işte bileklerimi suskunluğumu damarlarıma bıraktım..
kanayan ve kararan bir aşkı ekle topraklarına..

ne olur dinle…


“dinlemek biraz susmak değil midir sanki, kendi içinde”




nslh@n






kış 2008


25 Ocak 2008 Cuma

dedi ki...

"kimseye söyleme.. O Tanrı dilsizdi aslında..." dedi kadın.

o dedi ki; tanrıya söylesem, inanır mı ki bana..

"Tanrı seni duyamaz.." dedi kadın.

o dedi ki; "beni duymasa ondan haber getirir miydi ki bana"

rüyadasın dedi kadın ve adam irkildi yerinden. gözlerinde ki ateş,Tanrının gölgesiydi aslında..




Kimin masalıydı bilimez, mor bir dağın gölgesinden korktu nehir ve sustu yedi iklim boyunca...







nslh@n

24 Ocak 2008 Perşembe

sonrası dipteyim..

Belki dünya düşlediğimden küçüktü. İki satır arasında ve masum. Belki bir sus kadardı diline batan; zehir gibi acı, dudakların kadar sakin. Sen uyurken kıyına izinsiz yanaşmaktı..


Duyuyor musun sırtımdaki sokaktan aşağıya doğru koşan çocuk seslerini? Martı kanatları takılmış saçlarıma; ürkek ve yorgun. Görüyor musun? Sıradan bir şarkının, ilk nağmelerinde düşürdüm seni, dizleri kanayan bir düştün..


Bilirim yüreğin kızgın bir çöl çoğu zaman herkes gibi sen de kendini yakarsın.. Aşk dediğin şey, cebindeki akreptir seni dilinden sokan, zehirdir damarlarında sevişen seninle ben gibi.. Sahi kimin elleri dokundu bu gece yanaklarıma?


Dünya düşlediğim kadar küçük değil. Benim kadar değil dünya. Eteklerini çekiştirmiyor senin mesela. Gözlerin kararmıyor nemli nefesim değdiğinde kulaklarına. Sallanmıyor ayakların o boşlukta. Çığlığından korkmuyor tenine batan dikenler, gül olup dile gelmiyor soluğun / kırmızı. O bahçenin arkasında sıkıştırmıyor seni gölgeler. Parçalanıp dağılmıyor aklın tan vakitlerinde…


Boyuma uzun gelen sözlerim var bilirim. Haddimi de bilirim, aşmam omuzlarından yukarıyı yaprak olur düşerim önüne. Bilmezsin.. Sus olurum senden de küs olurum / bir kış.. Sardın mı ağlayan yaralarını? O şiiri hangi gölgeye sokularak yazdın uzakta? Uzaksın, belki de tuzak kendine, kırılan dudaklarına kaçaksın.. Korkak!! Korkaksın uydurma bir rengin arkasına sığınan ve zavallı küçük bir kara kedi.. Haddimi aşmam merak etme. Uzanıp da bakmam omuzlarının ardındaki çamurlu şehirlere…


Hep ben mi erteledim küçük aklımın dile gelmeyen sözlerini? Ben mi devirdim cümleleri dirseklerimden oralara? Bundan mıydı küllerinin içine gömülme telaşın? Yastık altlarında sıkışan parmakların, ses olan kirpiklerin mi korkuturdu seni karanlık gecelerde? Uyku öncesi


Rüzgar kadar arkamdasın şimdi ve ben ıssız bir kentte dalgaların sahili öptüğü yerdeyim. Burası sessiz, kendi soluğumdan başka bir de balıklar var elimi uzattığım derinlerde. Bir adım sonra deniz, bir adım sonra dizim, boynumu öpen yosunlar ve çizilmiş kaderim... Sonrası dipteyim.


Aklım henüz yerin de. Biraz daha vakti var adımlarımın yeni bahaneler bulmaya…




nslh@n



kış 2008

23 Ocak 2008 Çarşamba

duymadığını biliyorum..

Oysaki görmezden geldiğim bir deniz mesafesi vardı arkamda, kulaklarımı tıkadığım yosunlar ve kum taneleri.. Rüzgar sessiz geçerdi omuzlarımdan ve değmezdi kızıl saçlarıma.. Rüzgar.. Rüzgar değse etime yanardı / yakardım ışıkları çakıl taşlarının altlarına ve sonra yine o şarkıyı söylerdim.. Birileri duyardı elbet..

Dizlerimde taşıdım ateş böceklerini ve öptüm her birini o gece kenti terk ederken.. Her gece denk düştü ve birazda bende buldu kendini.. Her kılığa girdim, her dili söktüm yerinden ve çözdüğüm daha birçok ten vardı benim.. Anladım bir çok şeyi sonra kendime anlattım sana anlatır gibi.. Senin gibi.. Sana mı yazdım? Hayır.. Bak bunlar havaya, şunlar fısıldayan sözlerine / henüz gözlerin kapalı, açarsan belki.. Onlarda dilindeki peltek erkekliğine..

” Sana mı yazdım” dedi kadın...

Kolay, basit ve sıradan pekilerinden birini çıkıp sundu ki defalarca öldürüp canlandırmıştı çok defa..

Hadi oynayalım.. Eşikleri kaldıralım (mı) kapılardan, ömürleri sürelim (mi) oralara.. Ömrüm ömrün diyemem sana, fitili bitmiş bir mumun çırpınışında ve tekrar doğamam ölmek için / ama yine de deneyebilirim parmaklarımla kazabilirim topraklarını.. Sesim hıçkırık değil, elbette ki biliyorum, daha çok martı çığlığı ve birazda emanet annemden, yine de bilmelisin ki masal okuyabilirim hala herhangi bir döşekte..

Sana ait olmayanı görme demeyeceğim bu kez.. Kes sesini ve dinle.. Sana hiçbir şey demeyeceğim.. Anlamaya çalışıyorum demiyorum ki anlamıyorum da aslında.. Anlarsam iz olurum bir kelebek kanadına ya da bir atın yelesine düşerim / yağmur.. Anlıyorum dersem küfür olurum soyuna ve ben bilirim bunu.. Tanrılarını salarsın üzerime ve ben korkarım haşmetli gecelerden, tövbeye gelir, donar kalırım gözlerinle yaktığın ateşlerde..

Bedenine emanet tutturulmuş ruhlar böyle amansız olur , geçit vermez bir adımlık aşklara.. Nefessiz ve sahipsiz bir zamana kusar da söyleyemez nasıl kırdığını, içindeki putları.. Kırık bir ayna yolladım sana dün akşam, ahşap kokan bir sandığın içinde.. Yüzleşme zamanıdır bekli de, kanamalısın.. Kanarsan kalırsın orada ve dönmezsin belki de kar yağmadan..

Ben uyuttum aynaları ve gömdüm duvarları eşelediğim topraklara.. Dizlerimde taşıdım ateş böceklerini, yaktım ışıkları çakıl taşlarının altlarına ve o şarkıyı söyledim kendime / duymadığını biliyorum..


nslh@n




kış 2008

22 Ocak 2008 Salı

söylemem..

Her şey olması gerektiği gibi değil/mi?

Sokaklar lodosla sevişiyor mesela ve SEN kim bilir kiminle.. En çok olmak istediğin yerde misin şimdi / diye sormam sana bilirsin, aslında soru sormam sana.. Sormam çatlaklarına gizlediğin ucu pembe, kenarı nemli dudakları.. Sormam günahkar ellerinin hangi kelebek sürüsünü katlettiğini.. Saçlarına düştü mü, değdi mi kanatlarındaki tozlar / SUS!! Sormadım zaten..

Bağışlar mı seni, özgür bıraktığın etekleri rüzgarda uçuşan kadınlar, kirpikleri karanlık kentlere esir.. Kaç yüzde arasın kaybolan, dağılan parçalarını bilmem/ sormuyorum sadece söylüyorum ki, kulağımın arkasında bir parça yok senden..

Avuç dolusu küfür biriktirdim sana, nokta yok aralarında dikkatle koyduğum parmak aralarıma, dikkat etmem zira imla hatalı cümlelere ve bilirsin ki burnunu kanatmak istedim çoğu zaman biriktirdiğim ne varsa sana..

Gelmemi istemiş miydin gerçekten / diye sormuyorum sana ve farkındaysan soru sormuyorum sana, nasıl olsa cevapları akarsuların derinlerinde ve hızlı.. Hızla gidiyor yatağına, herkes siyah sanıyor ama ben biliyorum ki her yerin senin rengin.. Tamam kimseye söylemem!!


Düşen ne varsa tut şimdi

Ve sussun gözlerin

Ben görmüyorum zaten

Git ve Kal

Sakın dönme

Henüz o şarkının sözlerini yazmadım zira


Tanrı beni duyarmış gibi yaparmış bazen / bak hala yağmamış kar.. Orada da kış mı mevsim, ısıtıyor mu seni kediler / diye sormam sana.. Fakat biliyorum ki, sağ elinde tuttuğun kulpu kalın fincan senin değil, içindekinin önemi yok / o fincan senin değil.. Olmak istediğin yerde misin, özler misin saklandığın ağaç kovuklarını, diş fırçanı aldın mı yanına bilmiyorum ama cüzdanını kaptırma mesela bu defa..

Kimin umurun dasın hiç düşündün mü? Kim özler birbirine karışmış saçını sakalını / dün gece küfrettim onlara / saçına ve sakallarına.. Ama yinede sormuyorum hala sana bak “ne sanıyorsun kendini” diye.. Bunun cevabı çok zaman önce ezberimde var.. Artı ya da eksi, ama diğeri.. Kendine yürüyen bir adamı hangi yarasa yakalar o duvarın dibinde/ sobeler mi.. Sormuyorum ve aslına bakarsan kırdığın aynaları biliyorum sadece ve parçalarını hangi suyun sesine bıraktığını..


Kendine kendini yazan bir adamın çıkmazlara giden adımlarını sevdim / hepsi bu..




nslh@n


kış 2008

21 Ocak 2008 Pazartesi

yalan

Perdeleri çektim.. Kapıyı kapattım.. Kilitledim dilimi sana.. Duvardaki son çatlağa sattım senli zamanları.. Yüzüne çarpan son rüzgarı avuçladım, soğuktu.. Birazdan yağmur yağar buraya ve son ayak izimi de siler geçer arkamdan/içime doğdu, yağar birazdan.. Bu kent, bu bahçe, sana çıkılan koskoca üç basamak, izimin düşmediği duvarlar, kokumun sinmediği yastık ve daha birkaç önemsiz an daha.. Unuturum..

Yalan söyledim.. Sana.. En çok saçlarını sevdiğim yalandı.. Seninle uyumayı sevdim soğuk kasım akşamlarında, dizlerim bacaklarının arasında, ayaklarım ayaklarını ısıtırken, saçların ağzımı öperken hani.. Ellerim rahat durmazdı sırtında, en çok bunu severdim mesela küçük ağzınla bıyık altı gülümsemeni.. Sabahları bordo perdenin altından sızarken güneş dudaklarıma, sen yanımdasın diye sevinirdi sağ yanım.. Giderken ağlardı dizlerim ve ben inerken o merdivenleri arkamdan el sallamanı beklerdim öyle saçma sapan sevişmesi sonrası sabahlarında..

Hikayeler anlatırdın ya bana sobanın başında, ben üşürdüm, küçülürdüm halının ucunda ve sen elini sürerdin ya şurama, çekerdin ya bir nefes sigarandan.. Kahraman olurdun o zaman bana ve bilirdim ki o hikayelerdeki adam hep sen olurdun aslında.. En çok uzak kentlere gidiş hikayelerini severdim, otobüs camına başını dayamanı, buğusuna masallar yazmanı.. Bu yüzden otobüs camlarını sevdim uzak kentlere kaçarken ve buğusuna adını yazmayı sevdim büyük harflerle.. Daha öncede söylemiştim senin adın” onüç” harf.. Sığdıramadım hiçbir yere adını.. Söyleyemedim kimseye ve aslında sana bile anlatamadım içimde sürekli konuşan kadını.. Saçlarını sevdiğim yalandı.. Ben o kapıyı açışını sevdim, o kapının kolunu tutuşunu ve beni arkasında gizleyişini/öperken..

Günlerdir seni izliyorum bu pencereden.. Giderek azalışını, günden güne eksilmeni ve sağanağa tutulmuş köklerini.. İklimler gömüyorum tenine uzaktan, dokunmadan ve sessiz.. Gölgenle savaşını gördüm ve durgun akan ırmaklara nasıl bıraktığını dilinin ucundaki küfürleri..

Birazdan kendi tenine değecek ve ben tanık olacağım kanına, oradan akanlara, akıp giden zamana ve tek boşalmalık aşklarına..

Ve bilmelisin ki sana yalan söyledim.. Sevdiğim saçların değildi..

Ellerinle hayata tutunuşunu sevdim.. Çıplak ayaklarınla o koltuğa oturuşunu ve sarmaşık olup dolanmanı sevdim ellerime.. Sakalınla olan aşkını sevdim aynalara.. Yerlere sıraladığın kitapları ve arasına sakladığın dumanları.. Yani aslında kapından içeri girerken arkamı dönüp sokağa, bana hoş geldin değişini sevdim.. Omzundaki çocuğu öpmeyi sevdim salı'dan sonraki gecelerde..


Kara gecelerde masalsız uyumayı çoktan öğrenmiştim aslında..





nslh@n








kış 2008

19 Ocak 2008 Cumartesi

şüpheli bir gölgeye

Akşam oldu benim baktığım pencerede ve zamanın susmaya yüzü yok şimdi.. Bir zeytinin gölgesi, gözlerimde sabun köpüğü, çimen lekesi yanağımda ve yağmur oldu ırmaklarım.. Kendi kanımdan yarattım seni ve içine yüzlerce bahar bıraktım..

Kangren miydi bütün aşklar sana bilmem ya da bileklerinden bilinmezlikler mi sızardı böyle akşamlarda.

Tenim erirdi teninde ve ben utanırdım sırtımda yağmur olurken damlalar, küçük kalırdım, dizlerimi kendime çeker öyle bakardım aynalara, sırtım sana dönük.. Senin kalbin ağırdı ve ben taşıyamazdım sendeki soyuna küfredilmiş dinginliği..

Karanlığım ol benim!! Ve ben ağlayınca unutayım adını, sonra gel sev beni, dizime düşür başını ve sen uyu yeniden kokum ellerinde.. Mercanlar var saçlarında sımsıkı sarıldığım, avuçlarım kırmızı.. Ve büyük okyanuslar, maviden yeşile, hırsız.. Omzundaki yaradan öptüm bir bakmışım, büyümüşüm/ dağ olmuşum, taş olmuşum, uçurum kenarlarında ot olmuşum, esmiş rüzgar yalamış yutmuş rengimi, unutmuşum adını, acımış ellerim, kesilmiş zulmedilmiş etime, ruhumu kılıçtan geçirmiş zaman.. Ve ben büyümüşüm..

Şimdi beni tut/tar mısın? Söyler misin adını?

Cebinde gizlediğin mendilin ucuna

Şüpheli bir gölgeye

Camın önünde bekleyen yağmura

Dilime sürdüğüm adına

Tanrı sunaklarına

Kırılan gözlerime ve tüm yalan sözlerime

Aslında her şeye / sepetin dibindeki elmaya

Çürüsün istemedim kimsenin teni dudaklarımda.. Sustum.. Tükürdüğümü yuttum birçok defa ama yinede boynumu kırmadım orta yerinden, koruduğum aklımın derinleriydi.. Çözümlemeye çalıştığım ve boşluğa astığım birkaç şey vardı şuramda.. Tam buramda yani.. Senin dokunduğun ama hiç göremediğin, tadını her defasında şekerle karıştırdığın hani.. Kokusunda boğulduğun, rengi koyu bir rüzgar..

Rengi koyu bir bulamaç var içimde, öylesine bir çığlık.. Atsam içimden boğazıma takılacak ve kendimi boğacağım ufak bir nefeste.. Orası yangın yeri.. Söndürmem için kaç sefer boşaltmalıyım içimi parmaklarımdan kim bilir..

Akşam oldu benim baktığım pencerede ve zamanın susmaya yüzü yok şimdi..



nslh@n




kış 2008

18 Ocak 2008 Cuma

kendime....

Bazı şeyler şuradan bakarken ne kadar nehir ve ne kadar masal..

Bu kadar deliyken sözlerin ve güzelken parmak uçlarının değdiği tenim.. Bu kadar gerçekken

sen ya da ben kadarken.. Oradayken ayaklarım ve ince bileklerim, yürüyorken odalarda.. Kokumu bırakıyorken boynuna ve yastığına sürüyorken ellerimi sıcak sobana, korkacak bir şeyler olmamalı diyorum kapının arkasında saklanan aslına.. Ya da umuyorum orada olmanı ve belki de istiyorum kalmanı.. Kal.. Kal diye başlayan her cümlemin sonuna bir öpücük bıraktım.. İstediğin kadın olamadım ve olamazdım aslında.. Gidemezdim, geçemezdim o şehirden.. Saklanmadım ve saklamadım avucumda tuttuğum isimleri ve hatta duyduklarımı..

Bozmam gereken bir şey var / bozman gereken bir şey/ bozmamız gereken herhangi bir şey..

Oyun mu bu? Düzen mi? Ya da yıkılması gereken kural mı? Kimin yasası bunlar? Nerende yazıyor/ Kaç defa, kaç kelime hazinen? Kimsin sen sence? Ne kadarsın bize?

Hala çıkıyorum o üç merdiveni

Hala çıktığını söylüyorsun/sadece üç kere..

Anlaşılabilir, bilinebilir birşey gibi duruyor ilk başlarda.. Kokunun rengi ve şifreleri.. Ama yinede anlamaya çalıştığın şeyin ne kadar tanımsız oluğunu anlayınca duruyorsun, seziyorsun bazı şeyleri sonradan.. Önün tuzak, arkan uzak bir düştü.. Birkaç şey öğrendim ama kabul etmem zor oldu, anlamamsa zaman alacak.. Anlar mıyım? Anlatır mısın bir sefer daha? Yorulur muyuz yeniden? Kanar mıyız? Düşer miyiz o çukurlara?

Dedi ki;

Kanamazsın çünkü o su gibidir..Ve özün tuzdur. Gözlerin ve arkasındakiler, dilin ve ucundakiler, ama en çokta saçların..

Nasıl bağırmalıyım sana, nasıl kanatmalıyım ki seni? Nasıl duyacaksın bizi? Hangimizi bitirmeliyim önce?

Ben diyorum bak/kendime...

nslh@n




2008

16 Ocak 2008 Çarşamba

bil

"bilmeni isterimki aslında daha bir çok şey.. yanakta kırılan bir gülücük, taze çay kokusu, beyaz kedinin patileri, çilekli pasta, hoş bir şarkı, deniz kenarı ya da bir göl başı, bahçende suladığın papatyalar, sıcak bir ev, yumuşak bir yatak, gülen gözlerim ve üşüyen kırmızı burnum, duvarda yürüyen karınca, elmanın kurdu, sigaranın ilk nefesi, yıldızlı bir gece ya da kardanadam.. ve daha bir çok şey.. bir masal değilmiki herşey aslında..

halim/n bir garip kuytunun içinde

biliyorum.. sen de bil istedim.."




nslh@n

14 Ocak 2008 Pazartesi

tek başıma olmadım hiç...

Birkaç saat daha oyalandım odamda. Adımlarım yavaş, daha sakin daha ağır yürüdüm evin sofalarında.. Ayaklarımı halıya sürterek, geçmişi sürerek tenime ilerledim. Koltuğun altına saklanmış herhangi bir toz birikintisi gibi, günlerce fark edilmeden olduğum yerde kalabilirdim.. Toz.. Bir toz birikintisi.. Kolaydı aslında, temizlik günü gelene kadar burada, bu koltuğun altında uzanmak istiyordum.. Temizlik günü gelene kadar, çıkmak istemiyordum..


Arkanda hep birilerini odalara hapsederek çıkıp gitmek, duvarlara zincirlerle bağlı koşup kaçmaya benziyordu.. Ya söküp atacaktın zincirleri ince ayak bileklerinden, ya da moraracaktı bileklerin, acıyacaktı, şimdi acıdığı gibi.. Sıyrılacaktı etim ve beklide zorlarsam kopacaktı yerinden..

Sen;

Düşler biriktirmeliydin iklimler arası. Gizli ve parlak masallar.. Aşklar.. Sevişemediğin bedenin, tenini taşıyacaktın diz kapaklarında. Yorulacaktın ve içinden söylenecektin durmaksızın lanetler yağdırarak avucuna çizilmiş hayat denen ucuz ve basit şeyin yazgısına.. Sonra sırtını döndüğünde geceye, unutacaktın geridekileri yağmurlu gündüz vakitlerinde. Hava kararıp, simsiyah boyanmadıkça, sana benzemedikçe gece, öpüp okşayamayacaktın sevgilinin hayalini belki.. Saçlarına uzanamayacaktı yanakların..


Ben;

Ürkmüyorum çekip gitmekten, bunu defalarca ispat ettim kendime.. Kaç kere korkusuzca gittim arkama bile bakmadan.. Kaç şehri terk ettim, gözlerimi bırakarak onlara.. Bilakis, bu kadar emin olduğum için sızlıyordu damarlarım.. Gittiğim şehirlerde ne kadar huzurlu ve dingin ve uysal ve sakin ve daha bir çok şey olabileceğimi biliyordum.. Kanımın kırmızı, içimin simsiyah olduğunu bildiğim kadar biliyordum.. Onlar bendeki kimi isterlerse öyle seslendiler bana, yanlarına öyle çağırdılar, o kadına, o çocuğa, o fahişeye, o anneye, ona yani ve bana aslında.. Oysa hiç biri gerçek değildi, sahici değildi içimdeki kadınların.. Bendim hepsi. Herkese göre değişendim. Herkese göre başka kapıdan gelendim ben.. O bebeği kucağına olan, o adamın yatağına giren, o mutfakta çay demleyen, o kapının arkasında ağlayan ve daha bir çok şeydim ama bendim..

Yerim neresiydi benim? Yatağım hangi yataktı? Hangi ses ısıtırdı üşüyen ve sabit bakan gözlerimi? Hangi yol o şehre götürürdü beni? Hangi bardak benim?



Her masada bir bardağım vardı çayımı yudumladığım.. Her masada sıcaklığım ve her bardakta dudak izlerim benim.. Kimseyle değil, hep kendimle kaldım o masada, kendimle yattım o yatakta, kendimi sevdim.. Kendimle kaldım her defasında..Tek başıma mıydım/n?Ne çok el değdi kollarıma, ne sesler geldi geçti gözlerimden.. Kaç renk var göğsümde.. Terk ederken onları, söküp aldığım kelimeler ve izler yazılmaz, çizilmaz sayfalara artık, yazamam, tutamam aklımda hiç birini..Bir başımaydım sahiden, ama tek başıma olmadım hiç..

nSLH@N

12 Ocak 2008 Cumartesi

Ölüm kadar sakin, onun kadar gerçek..

"Ötelerimi berilerime taşıyan ruhum, tahta kutudaki saçlarım ve iki yana düşmüş ellerim, soğuk bir aldatmaca.."


Birkaç kelime düşürdüm arka cebimden, bu yüzden anlatamadım hiç bir şeyi.. Eksikti, yarımdı, belkiydi, senindi.. Kelimeler süründüğünde yerlerde, indi ölüm ve seyrettim kendimi.. Beyaz tenim mora çaldı önce.. Sonrası aç böceklerin istilası.. Saklamıştım oysa içimi saran damarları.. Önce ölüm girdi burnumdan soluksuz bedenime sonra onlar.. Kan kokusu.. Lanetli bir cazibe.. İçim kırmızı..

Söndü, söndüm, söndürdü geceyi Tanrı’nın elçisi.. Sustu, sustum, susturdu gözlerimi.. Yalnızdım.. Yatağım boş, çıplak ayaklarım sallanmıyor bak oradan, havasız ve ağır rutubet kokan odam, sessiz.. Kedim aç, mutfaktaki mor menekşeler susuz kalmış, sobam sönmüş, kızımın sesi..

Oda boştu, ışıksız ve karanlık, sessizdi, sessizdim, sezdirmedim susadığımı.. Olmayan tırnaklarım.. Ellerimi aradım yatakların altında.. Karaydı, karaydım, kararmıştı gözlerim.. Tuttum/madım zamanı.. Biraz daha zaman diyemedim.. Sormadı, sormadım, sustum diz çöktüm boynum önünde.. Korktum.. Büzüldüm, kanım çekildi içime, ruhsuz ve hissiz, nefessiz ve kendim..

Çıplak bedenimi kim teslim eder, kim bırakır soğuk ellerimi, taze etimi kim sokar oraya..

Üzerine yağmur düşmüş mezarımın.. Ben girmem oraya.. Orası soğuk, üstelik hep gece, hep dar, hep havasız ve hep toprak.. Her şey bu kadar işte.. Sadece 1 saniye.. Küçüldüm şimdi, bu kadarım.. ben sığmam oraya.. Ölüm kadar sakin, onun kadar gerçek..

Şehir ve ben, ben ve dudaklarım demledik ruhumu, sigaramın dumanı, görmedim nereye kadar.. Duymadım kaç gri renk kim bilir yanaklarımda.. Acımadı, yanmadı, kavrulup gümüşten vazolara konmadı küllerim, rüzgar savurmadı denize.. Önce kan koktu, yosun değil, önce ölüm esti yanağımdaki çukura, dudakların yoktu yastığımda.. Yalnızdım, sen yoktun o beni almaya gelirken..

Kış gibi soğuk, kar gibi beyazdı.. Sen, üç noktaların kanlı savaşını verirken her şey sadece 1 saniye sürdü.. Sen kendine yaz/dın.. Ben köprüdeyim şimdi, çıplak ve huzursuz, nefessiz ve çıplak.. Araf..Yürüdükçe oraya, arkam sökülüyor, dönüş yok.. Önümde, uzakta karanlık bir kalabalık, sızlayan ruhlarına ağlıyorlar.. Orada mıyım sahiden?

Ötelerdeki beyaz saçım ve buruşmuş ellerim.. Söndü, söndüm, söndürdü geceyi Tanrı’nın elçisi.. Sustu, sustum, susturdu gözlerimi.. Yalnızdım.. Yatağım boş, çıplak ayaklarım sallanmıyor bak oradan, havasız ve ağır rutubet kokan odam, sessiz.. Kedim aç, mutfaktaki mor menekşeler susuz kalmış, sobam sönmüş, kızımın sesi..

ocak 2008



nslh@n

10 Ocak 2008 Perşembe

Öyle Masaldınki İçimde..

Bak tam orası.. Gözünün en net gördüğü nokta.. Oraya bak.. Oraya kaçabilir misin? Kendinden kaçabilir misin? Ani ve sıradan bir sebeple hayatla bir türlü anlaşamayacağını anlayarak korktuğun / Senden / Sen senden korkup, kendinden, sen kaçabilir misin o karlı tepelere..

Boş ve gri bir duvarı hiçbir anı ve hiçbir kimseyi düşünmeksizin boyamak kadar zor.. Karın ağrısı kadar sancıyarak bir şeyler mi büyüyor içimizde?

Susar diye!

Ağlar diye!

Düğümlenir diye!

Kaçar diye!

Sarar diye bedenini!

Neden olmuşsa ve kime!

Ne oluyorsa ve kime!

Renklerin köküne ve dünyanın dibine dair

Boş ve gri bir duvarı hiçbir anı ve hiçbir kimseyi düşünmeksizin boyamak kadar zor.. Karın ağrısı kadar sancıyarak bir şeyler mi büyüyor içimizde?

Bu sessiz oyunu bozmak istiyorum / Bozalım mı / Bozulsun mu / Bozar mısın

Dinle!

Ölüm gibi bir ellerim.. Dokundukça kendime, sen diye sarıldıkça kendi kendime etlerim çürür gibi.. Toprak gibi üzerimdeki lanet..

Dur!

Yüzüme bak !

Kendi uzağına koş şimdi..

Gör!

Gör diyorum sana kör / Kör bir karanlık her şey.. Ellerinle yoklayarak ve kollayarak kendini duvarlarıma dokun, birazdan bulacaksın ışığa giden yolu.. Kör bir karanlık her şey, birazdan ışığı yakacaksın..

Özledim..

Kokunu ve saçlarındaki hayatları.. Kör gözündeki martıları ve parmaklarındaki tütün kokusunu.. Özlediğim birkaç şey var / Sana söylemeliyim.. Onları anlat bana.. Sana dair gerçekleri.. Anlat.. Parmaklarını ve aralarını.. Ellerini ve o kapıyı tutuşunu, açışını v e nasıl vurduğunu..

Öyle güzel ve öyle masalsın ki içimde..

Kokun üzerimde/mi hala bil(m)iyorum..

Yastığıma kapadım yüzümü ve yorganın altındayım o masal hala devam ederken o ormandayım.. Kar yağmamış o kışa, yaprakları dikmemiş kadın ağacın dallarına ve çoktan sabah olmuş o sokakta..Uyumamış.. Uyuyamamış..

Sokağa atıp kendimi, çantam boynumda ve ellerim ceplerindeyken, cebimdeki son parayı sana gelen bir taksiye verebilmenin ihtimalini hesaplarken ve üstüne birde özlemişken seni, dinlediğim tüm şarkılar anlamsız geliyor ve ben daha önce hiç izlemediğim kadar kadın programı izliyorsam, kendimi ağlatmak için.. Ağlayamıyor muyum? Anlatamıyor muyum?

Çık dışarı o kapıdan / önce o kapıyı aç.. Aç ve çık.. Birkaç basamak ve bahçe kapısı.. Hayatla arandaki son kapı değil belki ama bir süre derin nefes alabilirsin.. Kimse duymadı..

Yürümelisin...





Nslh@n

Gümüş saçlı adama.

Taş.. Sessizlik.. Kahve.. Sigara.. Soğuk.. Masa.. Birkaç ayak sesi.. Çamur.. Kör.. Alışkanlık.. Küfür.. Köşe başında bekleyen kadın.. Küçük elleriyle mandalina soyan çocuk.. Su.. Adım.. O..

Bu sessiz ağırlık sırtımın tam orta yerinden basıyor.. Ayakları sıcak.. Omuzlarım ellerinde.. Herhangi birinin kanımı damarlarımdan boşaltmasından daha zor bu.. Her gün biraz daha doluyor açtığın çukurlar.. Kabul etmeliyim ki, bizde sıkıldık benden.. İçimdeki kadınlar sürekli çalışıyor.. Önce kuruyorlar saati, sonra boşaltıyorlar içimdekileri bir bir.. Ağır ağır.. Yavaş yavaş ve sürekli dır dır ederek..

Anlıyor musun? Sana da oluyor mu böyle? Birileri beyninin köşesinde her an ve her saniye konuşuyor mu seninde? Uyuyamıyorum.. Bu sesler her yerime asılı.. Yapışmış kemiklerimi saran derime ve temizleyemiyorum.. Temizlenemiyorum.. Kaç nehirde boğulmalıyım daha.. Arınmak bu kadar zormuş işte..

Sonra aniden gecenin sessizliğinde biri geçiyor sokaktan, tanımıyorum.. Korkuyorum gecenin orta yerini bölen adamlardan.. Aslında ben senin olmadığın her şeyden korkuyorum.. Bu yüzdendir geceler boyu sürekli ve birbirinin benzeri kelimeleri yapıştırmam o kutuya.. Kabul etmeliyim ki, sessizim ve bir işgalin eşiğindeyim..
Hayat neydi? Yağmurlu bir sabahı yakalayabildiğin bir gün.. Geceyi durdurmak istiyorum.. Hazırlanmalıyım.. Derin bir nefes almalıyım patikanın başında.. Birazdan koşacağım, arkama bile bakmadan.. Arkamdan koşuyorlar gölgeler ve taşlıyorlar sana biriktirdiğim zamanı.. Hangi taş isabet etmez etime.. Hangisi kaçırır gözünden.. Ben bu kadarım işte, hangi birinden kaçabilirim..

Sobanın üzerindeki çaydanlığın sesi, ıhlamur kokusu.. Kedimin hırıltısı dizlerimde.. Birkaç yanıp sönen pencere.. Telefon.. Annem, ilaçlarını almalısın diyor, ihmal etme. Bu hastalık ihmale gelmez.. İlaçlarını düzenli almalısın.. Uykuna dikkat et. Kahvaltı yapmadan çıkma evden, ilaçlarını aç karnına alma.. Ve dua et..
Birileri beni düşünüyor hala, ölümüme birkaç kapı kalmışken.. Ne garip.. Bilmek.. Ne garip.. Bilmek.. Ne garip..

O tepede olmak isterdim şimdi.. Dalgaların sahile vuruşu izlemek ve rüzgarın sesini hapsetmek kulaklarımda.. Dizlerim toprakta, sırtım çocukluğumu sakladığım ağacın gölgesindeyken.. Rutubet kokuyor bu oda.. Açabilecek bir pencerem bile yok ki ardına kadar açabileyim, akıta bileyim içimdeki adı olmayan şeyi.. Peki.. Derim soyuluyor, kabuk bağlıyor yaralarım ve kendiliğinden dökülüyor yerlere.. Rengim değişiyor, dişlerimi sımsıkı sıkıyorum.. Bakmıyorum aynalara.. Ne garip.. Biliyorum..
Gümüş saçlı adama,
Yüzünü çizdim yüzüme ve kokun hala mor kazağımda.. O sabah çıkarken evden soğuktu hava ve ben üşümüştüm.. Sen git dediğinde ben bereni alıyordum yandaki boş odadan.. Sadece ödünç aldım.. Bilmelisin, boşuna arama çekmecelerde, yatakların altında.. O bende.. Belki bir gün getiririm.. Belki birgün..


nslh@n

9 Ocak 2008 Çarşamba

Bilmedğin bir-şey var...

Aslında anlatmaya çalıştığım, aklımın kenarlarında nasıl yalpalandığı ve bir ten mesafesinde nasıl nefessiz kaldığıdır..
Uzak seferler yapan bir trene binişinle başlar her şey, bilmediğin istasyondan sarı bir bilet alırsın.. Tek gidiş, uzak bir iklimin akşam üstü.. Kış dır mevsim orada ve beyazdır ağaçlar.. En sıcak vagonda kendine oturacak bir yer ararsın.. Bilmediğin şehrin tanımadığın bir insanı oturur karşına ve camın buğusuna salar yüzünü.. Sana bakmaz, seninle konuşmaz ve beklide senin orada olduğundan bile habersizdir, kim bilir? Yalnızsın, onca soluğa rağmen..
Derin bir nefes alırsın sigarandan ve yutarsın dumanını, üst üste.. Bak için mavi şimdi.. Her zaman kararmaz titreyen ciğerlerin.. Bazen tek kurtuluştur birkaç nefes duman.. Kaybedecek ne kaldı ki, neyin var sakladığın eteklerinin altında, ne kadar kaldı ceplerinde, tutabildin mi elinde gidişleri.. Yetişebildin mi ardından o suyun?
Bilmediğin bir şey var, şimdi anlatamadığım, henüz sese dönüşmemiş bir şey var aklımın hemen ucunda.. İntihara meyilli.. Ne dememi istiyorsun? Anlatamıyorum işte, heceler sıra sıra dilimde yuvarlanıyor şimdi, dişimin arasında değil bak, söylüyorum sana dilimin altında..
Çekmecenin bir köşesine attın kimliğini ki zaten bir kimlik peşinde değildin çoğu zaman, bir kimlik üzerinde yazan adının, hiçbir anlamı yoktu aslında.. Doğum tarihi falan önemli değildi sana, bana ve onlara.. Zaten renksizdi hayatın ve her an başka bir bedeni zorlar ve doğabilirdin yeniden yeni bir isimle..
Tek gölgeli bir evin duvarına, kırmızı anlamlar bıraktım, içimdeki kalabalık o şehre doğru yürürken.. Yüzüm gözüm çamur, ağzım kirli, beklide en çok ağzım kirli sana..


nslh@n

8 Ocak 2008 Salı

kaldırımlar kadar boyum var...

Neremin acıdığını bilmiyorum, hissettiğim şey derin bir karanlık.. Korkuyorum biliyor musun? Korkuyorum, her an damarlarım patlayabilir ve ben bu şehirde bir suçlu gibi arka sokaklarda dolaşabilirim.. Kesik görüntüler var ellerimde ve keskin kokular.. Huzursuzum..

Aşk, intikam almak için sırtımda derin yaralar açacak biliyorum.. Geceyle beslendim ve dinlemedim tenime düşen yağmurları..Orada seslenen biri var mıydı gerçekten? Yoksa ben gözlerimi mi kapattım o tahtadan merdivenin onüç üncü basamağında.. Kaldırımlar kadar boyum, atlasam uçacak ruhum bedenimden.. Biliyorum.. Yanlış adımlarım ve arka sokakta bıraktığım yüzüm var, seyrettiğin o filmde.. Ben bile anlamazken kendimi, her heceme aktı buzdan suretin.. Saçlarımı yaktım, dilimi kestim attım kökünden, gözümün nurunu kılıçtan geçirdim dün gece.. Sırtımda adım adım yürüyen korkulu bir sessizlik var, ve ben neremin acıdığını bile bilmiyorum..

O dedi ki; “görüyor musun avucumdaki çizgileri ve avuçladığım hayatları.. Kırmızı bir su, paslanmış bir hüznün tam orta yerinden akanlar“


Aklım sızlıyor biliyor musun? Aklımın ucu sızlıyor ve ben düşününce kokunu, katliam yapmak geçiyor, neremin acıdığını bilmediğim yerimden..

nslh@n

6 Ocak 2008 Pazar

Benim için üç uyku uyu..

Benim için üç uyku uyu..
Etim ve kemiğim, kanım ve oradan geçenler, siyah bir ayettir, gölgeleri önüne düşen adamlara.. Kendinde kendini tekrarlayan cesur ruhlar gördüm karton bulutların üstünde.. Camın kenarında, o görmediğin tarafta yani, cam seslerinin aslında canına karıştığını gördüm.. Ğöğsümü yırtıyor soğuk nefesim ve üşüyorum ben.. Sanırım üşüyorum ve galiba hiç ısınmayacak ellerim.. Ey sevgili!! Ey sevgili ruhum “ o kadın kaç yıllıktı, mahzenlerinde sakladığın?” Üşüyorum..
Bir tutam doladım parmaklarıma, siyah beyaz düşlerden ve tanrıları bıraktım renksiz bakan gözlerine.. Kendini kendinde tekrarla dur şimdi.. Çünkü ben üşüyorum..
Sadece sana yazıyorum şimdi / sadece sana.. Yalnız yazıyorum, istersen bir yazı gibi okuma.. Şimdi uyu, harflerim titriyor ve düşmeye hazır bir nokta sallanıyor saçlarımdan.. Burası soğuk, sen uyu.. Benim için üç uyku uyu… Gece, eşik ve suda kaybettiğin duman için..
İnsanın içi geçer gibi geçiyor zaman.. İçinden geçiyor, içine geçiriyor içinden.. Göğsünün ucundan, canın acıyor.. Susuyorsun su misali.. Ateş gibi bağırıyorsun.. Anımsadığında yüreğine değen, içine işleyen, üzerine sinen kokuyu, susmak geliyor kapısına dilinin.. Susuyorsun.. Gelse, sesi gelse diyor kadın.. Sonra gitmek istiyor uzakta bir yerlere, bir uçurum kenarına.. Gözleri aralık bir kapı ona onu bekliyor.. O olsa.. O gelse girdiği delikten çıksa.. Sesi gelse dokunsa tenine.. Dumanda tutsa, dumanıyla boğsa geriye kalan zamanı.. Hiç gitmemiş gibi yapsa.. Olur mu? Ol deyince olur mu, gel deyince gelir mi yağmur, Al değince alır mı canını kara melek?
Burada değil, uzakta bir yerde.. Sadece yapamadığı için yapamadığını yapıyor saklandığı yerde biliyorum.. Nerede olduğunu değil, yapamadığını yapmaya çalıştığını biliyorum sadece.. Ben duruyorum öylece, sigaramı içiyorum, bu duman mavi gerçekten.. Duruyorum öylece, perdelerim kapalı ve kapım kitli.. Güvende miyim sence?
Sana susar gibi susuyorum.. Söylesem, anlatsam yalan olacak diye susuyorum, susunca yalan oluyor gözlerim.. Duruyorum öylece yerli yersiz sataşıyorum kendime.. Mevsimin üzerimden geçip gidişi gibi bir şey işte..
Anlatamıyorum kendime, bildiğim halde sobanın yanmadığı, kapının çalmadığını, orada olmadığını ve galiba ve sanırım çoğunlukla gidilecek başka bir yerin olduğundan, adım kadar emin olduğum halde anlatamıyorum kendime bazı şeyleri.. Kayıp bir zaman kaynaklı karanlık, çıkmaz sokak, tamamlanmamış bir ergenlik ve bilinenin etrafında dönüp durma ya da aslında çoğunlukla sadece durmaktan ibaret olan bu... Yani aslında hep ve sadece bu.. Dönüp duruyorum birbirinin tekrarı cümlelerde.. Daha ne kadar kazımalıyım beynime, pas altında kırmızıysan yalnızsın işte!! Orada değil...
O cümlede değil... Kelimelerde bile değil.. Olmamış bir şey olarak işte tam da burada bir yerde... Gözümüzün önünde görünmeyen olarak duracak yemin ederim.. O.. Yok... Olacak...
Olacak bir zaman yemin ederim anlatacağım ve anlatılan bir şey olarak uçacak rüzgarda.. Yemin olsun ki; ne olacaksa o rüzgara olacak… Etim ve kemiğim, kanım ve oradan geçenler, siyah bir ayettir, gölgeleri önüne düşen adamlara..
Şimdi uyu..
Benim için üç uyku uyu.. Gece, eşik ve suda kaybettiğin duman için..

Ve ben çoktan düşmüştüm kapının eşiğine..


5.1.2008 - Ve ben çoktan düşmüştüm kapının eşiğine..
Tokat.. Sert ve elinin tersiyle.. Ağzının tam ortasına.. Göz bebeklerini yerinden oynatır gibi.. Etini sımsıkı sıkar gibi.. Etini etinden kopartır gibi.. Mordan hemen önce, yeşil bir hal alır tüm izler.. Kısa süreli bir sarsıntı.. Kan.. Kan süzüldü dudağımın kenarından.. O duvarın hemen önünde.. Ağlamadım.. Yemin ederim ki O Tanrı’ya, tüm peygamberler üzerine yemin ederim ki ağlamadım..
Yaşlı bir bilgenin sakalından düştü kelimeler avuçlarıma.. Düzdü yol, olabildiğince düz, alabildiğine geceydi ve ben kusursuzdum sana.. Sırtımda, göğsümde, kasıklarımda ve ellerimde taşıdım yağmurları.. Bir damla bile düşürmedim kara toprağa, sen o şiirleri başka saçların köklerine yazarken..
Aklındaki ve göğüs kafesindeki hiç bir gecenin mum ışığını sorgulamadım.. Sormadım, soru sormadım sana.. Cevapları, o kapının kolunu sağa çevirdiğimde belliydi zaten.. Ve ben çoktan düşmüştüm kapının eşiğine..
Gökyüzünü çatlattım orta yerinden, aldım koynuma yağmurları seni alır gibi, uzandım yanına yerle yeksan, yapıştırdım bedenimi içime işledi ıslak toprağın yüzü ve ben uzaktım sana her defasında.. Bıraktım son martıyı da bir kış masalının iklimine.. Bende masallar tükendi..
Ne olduğunu bilmiyorum, bildiğim tek şey, ne olmadığındır arkamı sana döndüğümde.. Çoktan vazgeçtim o kenti düşlemekten, uzun bir bekleyiş sonrası anlamlardan anlam çıkartmaktan vazgeçtim.. Sadece geriye sayabiliyorum şimdi, gözlerime düşen dudaklarını ve çayıma attığın şekerleri..
Öğrettiğin ve anlatmaya çalıştığın her şey bende, gizli ve sırlı değil.. Ulu orta yaşıyorum ben, sövüyorum sana, bağırıyorum ve söylüyorum yere düşen her kar tanesine anlatıyorum, oranın aslında ne kadar sıcak olduğunu.. Öğrendim.. Biliyorum artık..
Bir secde mesafesinde bıraktım dizlerimi, boğazımda düğümlendi soluğum ve sana söyleyemedim.. Sen de var olmayanı anlatamadım sana.. Aramam bundan sonra, geçmem o şarkının ucundan ve istemem bu şehre yağmasın kar.. Sevebilirdim belki, deneyebilirdim, belki dokunabilirdim saçlarına, karlı bir tepenin başında.. İstemem artık, sevemem.. Bu şehre yağmasın kar..
Tam da bu kadarsın şimdi.. Ve ben eminim ve bence sen buradasın.. Tamda bu kadarsın, kendi ellerinin gölgesinden korkan bir nefes.. Kendine bile bu kadarsın.. Bir anda gördüğünü unutabilir, her sözcüğe yeni bir çukur açabilir ve üstünü kendinle örtebilirsin.. Dokunduğun her yeri yakabilir hatta dondurabilirsin, durabilirsin, durdurabilirsin onları.. Arka sokakta yakabilirsin adımı ya da unutabilirsin bana anlattıklarını.. Hepsini bir seferde yapabilir hatta bana bile yaptırabilirsin.. Sen öğrettin, ben öğrendim.. Bana öğrettiğin ve anlattığın her şeyi sindirdim içime, hazmettim zamanla..

Kendine sığamayan bir beden olmanın, ne kadar olduğunu biliyorum artık..

nslh@n



Bir secde mesafesinde bıraktım dizlerimi, boğazımda düğümlendi soluğum ve sana söyleyemedim.. Sen de var olmayanı anlatamadım sana..

2 Ocak 2008 Çarşamba

Sus...

Son defa ve tüm kırgınlıkla..

Orada kal sende.. Buz gibi odalarda.. Duvardan duvara vur kendini.. Kırmızılar bulaşsın kendine.. Tavan arasındaki ayak izlerimi, yatağındaki kokumu, bardaklardaki dudaklarımı geri aldım.. Benden sana tek bir iz kalmadı geride..
Bir süre düşündüm.. Sakin olmakla çekip gitmek arasında rulet oynadım bu gece.. Sonra bir süre düşündüm, çok fazla değil on dakika.. Aramızdaki, ten kirliliğinden daha fazla bir şey değildi.. Ve yoruldum.. Attığın adımları anlamaya çalışmaktan ve o adımları beynime kazımaktan yoruldum... Biliyorum, sen yine karalayacaksın bir yerlere bir şeyler.. Sen yine, yaz çiz oraya buraya, ben görmüyorum artık.. Körüm sana ve sadece körüm...
Bütün bir gece, o adama sen diye baktım.. Hatırlıyor musun bu gece bir planımız vardı? Şimdi cehennemin dibine kadar yolun var.. Sen üşüyen gözlerimi unut.. Ben çoktan söküp attım yerinden, ellerimi, ayaklarımı topladım, büzüştürdüm ve sakladım.. Yeni kokular bulur, yeni izler işlersin başka tenlere nasıl olsa.. Şimdi cehennemin dibine kadar yolun var..
Anlatma artık, bir kere de sus.. Ben biliyorum.. Biliyorum ben.. Aramızdaki, ten kirliliğinden daha fazla bir şey değildi zaten.. Ben yazmıyorum artık ama sen de SUS...