4 Nisan 2008 Cuma

sen gibi...




“Üşüyorum,
ellerin bu yüzden soğuk.”



Beni duy...
Sesimi bir uçurumun kıyısından attım. Ağır bir koku nefesim de, yanık gibi. Dün gece den kalan, şehvetli, terli ve yanılgılı bir şeyler vardı tenimde. Aradım. Tanrılara yemin ederim ki, aradım. Aradığım halde bulamadım, sen de ki korkuyla büyüyen gerçeği. Durdum artık. Ne bir adım atıyorum olduğum yerden ileri ne de o duvara çarpıyor soluğum. Üşüyorum, ellerin bu yüzden soğuk. Kaybolmak üzeriyim. Beni bul. Başladığımız yerde değiliz artık. Kesik bileklerimiz, kör gözlerimiz var. Nerdeyim? Nerdesin? Nerdeyiz biz? “Ne” olmak üzereyken intihara meyilli bir mektup sayfasının giriş cümlesi oldum. İmzayı atacak kadar gücüm yok benim. Bu yüzden mektubun geriside yok. Kalbimi bir kırlangıcın aklına emanet ettim. Rüzgâr eşlik edecektir ona ve Tanrılar selamlayacaklardır kanatlarını. Biliyorum.



Beni bul…
Varlığınla kutsanmış bedenimi, ruhumu, ellerimi ve gözlerimi... Şimdi sen olmadığın kadar çok hücrelerimdesin. Damarlarımdaki kan kırmızı. Evet, kırmızı bir ölüm gibi ilerliyorsun yolunda. Önce aklımı avuçladın, parmak uçlarından dökülen birkaç kelimeyle, sonra… Sonrası bir hüküm! Kalbimin orta yerine saplanmış bir ok gözlerin. Şimdi sus ve beni bul. Ölüyorum.




“Dinlediğin masalın,
sessiz olması bundandır.”



Okudum bütün mezar taşlarına yazılan duaları ve ölü ruhların sırlarını gördüm. Ayetlere iliştirilmiş yalanları sildim bir bir. Af dilemeliyim belki de küçük meleklerden. Onlara yalan söyledim. “Sustum” dedim. “Gözlerimi feda ettim” dedim. Ve ben tüm Tanrıları kör bir çukura attım aslında. Bu sırrımı kimseye söyleme!




“Biliyorum yorgunsun,
ama şimdi gitmemi isteme.”


Neresinden öleceğini bilemeyen bir gecenin sancıları gibi/ kapkara bir sisin içinde gölgen. Senin adını kimse sana söylemeyecek ve sen ölemeyeceksin. Kimse yummayacak ağzını sana, bekleme. Ve şimdi usulca tut saçlarımı. Gırtlağına dolanacaklar, ipekten bir urgan misali… Sımsıkı saracak seni nefesim ve ben dudaklarımı sana vereceğim. Bir sus gelecek dilime, ucu pembe… Seni saklı topraklara götüreceğim. Uykum sana armağandır. Uyuyacaksın bana asırlar boyunca. Biliyorum yorgunsun, ama şimdi gitmemi isteme. Gidemeyecek kadar sendeyim, seninle… Gözlerinde taşıdığın kanadı lekeli melek, parmaklarında şefkatli bir izin acısı, avuçlarında bekleyen çığlık… Yorgun bir ruha yazıldı tüm satırlar. Senin gibi, sana gibi, sen gibi.





neslihan /oda

04.04.2008








2 yorum:

öylesine ... dedi ki...

"gidemeyecek kadar sendeyim, seninle ..."

merhaba, tesadüflerin hayatımızdaki rolünün büyük olduğunu bilirim
hatta günlüğümüün sadece birkaç satırının bizim insiyatifine bırakılıp sabaha karşı başucumuza konulduğunu düşlerim çoğunlukla
bugünün güzel tesadüflerine teşekkür ediyorum

bu sayfalarda olmak güzeldi :)

sıradan cümleler dedi ki...

merhaba,
ben de sizin sayfalarınızı görmek isterdim.fakat izin vermiyor sayfanız kelimelerinizi görmeme..
yine de sevgiyle selamlarım sizi sayfalarıma getiren tesadüfleri...
sevgiler...